CUMHURİYETİN 100’ÜNCÜ YILDÖNÜMÜNDE TÜRKÇE
İKİ BÜYÜK DİL YOL KAZASI VE TÜRKÇEYİ KULLANMA HATALARI
Süleyman KOCABAŞ kocabassuleyman@gmail.com
Birinci Bölüm
Cumhuriyetimizin 100’üncü Yıl Dönümünün Büyük Anlamı ve Esprisi
Daha önceki yıllarda, Cumhuriyetimizin ilanını, sonu sıfırla biten rakamlardan hareketle 10’uncu yıl ve 50’inci yıl dönümlerini ayrı bir anlam ve espriyle kutlanmıştık. Günümüzde de bu kutlama geleneğini sürdürmekten olarak 100’üncü yıl kutlamasını yapıyoruz.
Bu kutlamaların her yıl yapılan kutlamalar dışında ayrı bir anlamı ve esprisi vardır. Bunun aslını, milletlerin hayatında tarihi önemi çok büyük yepyeni yapılanmaların, olup bitenlerin başlangıcından başlayarak 10, 50 ve daha da önemlisi 100’üncü yıl dönemlerinde, yapılanmalarda nerelere gelindiğinin, yapılanların doğruları ve yanlışlarının neler olduğunun ve bundan sonra nelerin yapılması gerektiğinin hesapları ve muhasebeleri yapılır. Bunlara günümüzde “otokritik” de denildiği halde biz de zaten adı geçen yıl dönümlerini anma ve kutlama esprileri içinde bunları yapmışızdır ve 100’ üncü yılda da yapamaya devam edeceğiz.
Ekonomi, sanayi, ticaret, tarım, edebiyat, sanat, spor vb. gibi her konu ve alanda yapılacak olan otokritiklerden olarak biz bu yazımızda edebiyatın alanının içinde yer alan Türkçemizde yapılması gereken otokritiği yapacağız. 100 Yılda Türkçemizde Yaşanan Üç Buhran ve Problemler
Cumhuriyetin 100’üncü yıl dönümünde, dilimiz konusunda kazanılan, kaybedilen veya doğruları, yanlışlarıyla ilgili bir otokritik yapılacak olunursa, maalesef ki diyelim Türkçemizde hep kaybedilenler ve yanlışlıklar yaşanmıştır.
Türkiye’miz, adı geçen yüzüncü yıl süresince bölgesinde ve dünyada “süper güç” olamamışsa, bunun en önemli sebeplerinden birisi de işte dilimizde yaşanan buhranlar ve problemler olmuştur. Bunları üç ana başlık altında şöyle sıralayabiliriz:
1-Türkçemizde BİRİNCİ BÜYÜK DİL YOL KAZASI’ sından olarak 1932 – 1980 zaman diliminde “Aşırı Uydurukça Dil Salgını” nın yaşatılmasıyla dilimizin zayıflatılması,
2-İKİNÇİ BÜYÜK DİL YOL KAZASI ise, kendisini 1980 -1923 zaman diliminde göstermiş ve göstermeye devam etmekte olup, Türkçemiz bu sefer de İngilizceden aşırı etkileşeme sonucu, bu dilden zorunlu alımlardan değil, özentili ve modalaşma alımlarından olarak bu sefer de İngilizcenin işgaline uğramaya başlaması,
3-Türkçemizin tarih boyunca “sahipsizliği” den kaynaklanan ne tarihi, ne grameri (dil bilgisi) ne de tam anlamıyla lugatı (sözlüğü) yazılabilmiştir. En önemlisi de herkesin kabullenebileceği imza kuralları yazılımı yapılamadığından herkes kendine göre imla kuralları uydurmak yanında, üslubu veya seslendirilmesinden olarak da yine herkesin kendi keyfi ve mizacına göre seslendirmesinden kaynaklanan “TÜKRÇENİN DOĞRU KULANILAMAMASI” denilen diğer bir “dil hastalığı” na günümüz itibariyle bile çözüm yolları bulunamaması,
İşte 100 yıl boyunca karşılaştığımız bütün bu olumsuzluklardan kaynaklanan buhranlar ve problemleri aşağıda özet alarak inceleyecek ve değerlendireceğiz.
Birinci Büyük Dil Yol Kazası 1932 -1980
“ Dil Devrimi” nin başladığı 1932’de kendisini gösteren ve 1980’li yılların başlarına kadar “dilimizi millileştirmek” ve “geçmişimizden koparılarak Modern Seküler-Laik Batı Medeniyetine girmeyi kolaylaştırmak” ana amaçlarıyla (“Harf Devrimi”nin de bu amaçlar için yapıldığı halde ) 1000 yıldan beri konuşup yazdığımız yaşayan Türkçemizde ne kadar Arapça ve Farsça kelimeler varsa bunların “dilimizde işgalci yabancı kelimeler” nitelendirilmesi yapılması sonucu, bunların tümüyle atılarak yerlerine dünyada “saf dil” varmış gibi “yepyeni bir dil icadı” ndan olarak, halkın dilinden ve Orta Asya Türk lehçelerinden derlenen öz Türkçe kelimelerin kullanımı yetersiz kalınca veya çoğu kabul görmeyince masa başında yeni kelimelerin üretilmesiyle gelen “AŞIRI UYRURUKCA DİL YAPILANMASI ” kendisini göstermiştir. “Dil Devrimi” nın başladığı 1932 yılında, deneme ve tecrübe etmekten olarak bunun uygulaması Atatürk’ün Çankaya köşkündeki sofrasında ve gazetelerin köşe yazarlarının makalelerinde yapmıştır.
Atatürk’ün kendisi de bu deneme ve tecrübeye katılmıştır. 1936’ya kadar olan kutlama mesajlarında, TBMM’nin açılışı nutukları ve Çankaya köşkünde yabancı devlet adamlarını kabulde yaptığı konuşmalarda uydurukça kelimeler kullanmıştır. Buna bir örnek verilecek olunursa İsveç Veliaht Prensi Gustav Adolf’u 3 Kasım 1934’de Çankaya köşkünde kabulü sırasında söylediği nutkundan bahsedebiliriz. Atatürk, bu nutkunda uydurukça kelimelerden olarak şunları kullanmıştı: Tükel, özgü, yanku, itki, yaltırık, özence, bitin, ate, özlük, ıssı, önürleme, kıldacıl, anıklamak, büktün, acu, söyüne, baysal, genlik, eksürmen, altes, tüzün, gönenç. Atatürk, 1927’de “Nutuk”unu içinde Arapça ve Farsca kelimelerin ağırlıklı olarak bulunduğu Osmanlı Devletinde yaşanan Sadeleştirme dönemi dili ile yazmıştı. Kullanmasını denediği “uydurukça dil” ile yazmaya çalışsa bunu yazamazdı. Yazsa bile kimse bir şey anlamayacağı için tutmaz, kitap satılmazdı. Daha sonraki yıllarda “Nutuk”un “Söylev”e çevrilerek bu isimle çıkan aşırı uydurukça kelimelerden ibaret Nutuk kitaplarının az satılmasıyla bu kendisini göstermişti.
Kuru –sıkı ve hamasi bir “dil ırkçılığı” veya “dilde milliyetçilik” ten tamamen öz Türkçe ve uydurukça kelimelerden ibaret yepyeni bir dil icadı deneme ve tecrübelerinin başarılı olmadığı görülünce 1935 yılından itibaren de Arapça ve Farsça kelimelerin kullanılmasına geri dönmüştür.
Atatürk, geri dönüşten olarak, “Dil Devrim”i çalışmalarında kendisine en yakın yardımcı elemanlarından Falih Rıfkı Atay ve Ahmet Cevat Emre’ye bunların hatıralarında anlatıldığı üzere, Atay’a “Çocuğum beni dinle, Türkçenin hiçbir yabancı kelimeye ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin iddiasını tecrübe ettik. Bir çıkmaza girmişizdir. Dil bu çıkmazda bırakılır mı? Bırakılamaz. Biz de çıkmazdan kurtarma şerefini başkalarına bırakamayız” (Prof. Dr. Zeynep Korkmaz, Atatürk ve Türk Dili Belgeler, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1992, s. 302) derken, Emre’ye de şunları söylemişti: “Dilde ve Musikide İnkılap olmaz” (Ahmet Cevat Emre. İki Neslin Tarihi, Hilmi Kitabevi, İstanbul, 1960. S. 338)
Atatürk’ün ölümünden sonra İsmet İnönü, 11 Kasım 1938’de Cumhurbaşkanı seçilince, 1940’lı yılların başlarından itibaren , “Dil Devrim”i konusunda “Atatürk’ün yapamadığını ben yapacağım” diyerek, Atatürk’ün vazgeçtiği uydurukça dile geri dönmesi , 1940 – 1980 zaman diliminde Türkçemize “en karanlık günleri” ni yaşatmıştır.
Bir dili geliştirmek için elbette ki yeni kelimeler üretimine ihtiyaç vardır. Bunu ancak geniş bir zaman içine yayıldığı halde edebiyatçı şair ve yazarlar, bilim adamları yaparlar. Her önüne gelen veya işin uzmanı olmayanlar kendiliklerinden kelimeler üretemezler. Hele masa başında “ben yaptım oldu” dercesine “kalem-kelime oyunları” yla , üstelik de dilimizin imlası, ses uyumu ve müzik ve matematik yapısına uymayan kelimelerin üretilmesi hiç iyi olmamıştır.
İnönü döneminde uydurukça dilin şampiyonluğunu Milli Eğitim Bakını Hasan Ali Yücel ve Cumhurbaşkanı İnönü’nün kültür başdanışmanı Nurullah Ataç yapmıştır. Özellikle buna; ateist olduğunu kendisi de açık açık yazdığı halde Ataç damgasını vurmuş, bütün ömrü uydurukça kelimeler üretimiyle geçmiştir. Bu sebepten dilimize en büyük zararı Ataç verdiği için, tarihe adı “Türkçenin anasını ağlatan adam” olarak geçmiştir. Ataç’ın uydurduğu kelimelerin büyük bir kısmı Yılmaz Çolpan tarafından derlenmiş ve Türk Dil Kurumu tarafından 1963’de “Ataç’ın Sözcükleri” kitap başlığı adı altında yayınlanmıştır. Ataç’ın Türkçe karşılıkları ola ola “bunlar dilimizde yabancı işgalci kelimelerdir” denilerek, bunların yerine uyrukça kelimelerden olarak bazı kelime örnekleri şunlardır: açkı (anahtar), algınlık (aşk), ası (fayda), aydık (şiir), bağlanç (din), beti (mektup), bilisiz (cahil), dinek (kule), döl (mart ayı), durul (devlet), düzeti (nesir), ılkı (hayvan), iyir (ilaç), kalık (hava), kısı (hapis). komuğ (müzik), kurunç (hayal), oram (sokak), öldürmem (cellat), sağın (tıp doktoru), salkı (haber), satak (pazar),savut (silah), sücü (şarap), tamu (cennet), tın (can), tilçik (kelime), tümce (cümle), törüt (sanat), tüz (halk) , uçmak (cennet), çevrinmek (Kậbe’ yi tavaf etmek), uza (tarih) , üçük (harf) , yakar (dua), yançık (cep), yayık (şeytan,) yüküm (namaz) kurban (sunum) , yazak (kalem) (Yılmaz Çolpan, Ataç’ın Sözcükleri, Türk Dil kurumu Yayınları, Ankara, 1963, s. 2-116)
Edebiyatçı yazar ve dil uzmanlarımızdan Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, “Uydurma Olan ve OImayan Yeni Kelimeler Sözlüğü” kitabında, tutan ve tutmayan kelimelerin sözlüğünü yazmış, sözlükte geçen kelimelerin yarısının tuttuğu, yarısının ise tutmadığı (Ataç’ın yukarıdaki tutmayan kelimeleri de içinde olduğu halde) üzerinde durulmuştur. Tutmayan kelimeler koyu harflerle yazılmış olup, bunların derlenen kelimelerin yarısını teşkil ettiği görülmüştür. Timurtaş’a göre tutan kelimelerden bazı örnekler şöyledir: anayasa (kanun-u esasi), araç (vasıta), başbakan (Sadrazam), biçim (şekil), çağdaş (muasır), değerli (kıymetli), durum (vaziyet , hal), elçi (sefir), evren (kainat), konuk (misafir),övgü (methiye), sözlük (lugat) vb. (Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Uydurma Olan ve Olmayan Yeni Kelimeler Sözlüğü, Umur Kitapçılık, İstanbul, 1979, s. 71 – 155)
Özellikle Ataç’ın ürettiği kelimelerden olarak, masa başında Arapça ve Farsça manalarına göre bunları uydurukça kelimelere göre tahvil ederek uydur uydur kelime üret yapılanması kendisini göstermiştir. Bir çeşit “bir deli saçmalığı” da denilebilecek bunlara birkaç örnek şöyledir: İdam cezası almış bir insanı asıp öldürmekten gelen cellat için “öldürmen”, kalem yazdığı için “yazak”, bir dine bağlanmaktan olarak din yerine olarak “bağlaç” denilmesi, , Allah’a dua edip yakarmaktan olarak dua yerine “yakar” ı kullanmak. Görülüyor ki, bu gülünç ve dilimizin dil kaidelerine de uymayan bunları, dilimiz “hazımsız bir yemek yer” gibi kusmuş kabul etmemiş, şair-yazarlarımız ve halkımız nezdinde de bunlara tepkiler çok ağır olmuştur. Şair Necip Fazıl Kısakürek buna tepkisini şöyle göstermiştir: “Ruhsal, parasal, soyut, boyut, yaşam, eğilim, / Ya bunlar Türkçe değil, yahut ben Türk değilim. / Oysa halis Türk benim, bunlar, işgalcilerim, / Allah Türk’e acısın, yalnız bunu dilerim.” ( Yavuz Bülent Bakiler, Sözün Doğrusu, Yakın Plan Yayınları, İstanbul, 2012, s. 100)
Halkımızın tepkinden olarak da bu uydurukça salgınını alaya alıcı mizahi birkaç örnek de şöyledir: İstiklal Marşımız için “ulusal düttürü, lokanta için “toplumsal otlangac”, hostes için “gök konuksal avrat”, otomobil için “içten iteçli götürgeç”, minare için “dinsel dikeç”
Bu tepki ve tenkitler cümlesinden olarak da bir kısım dil uzmanlarımız ve şair-yazarlarımızın görüşleri de şöyledir:
Prof. Dr. Mehmet Kaplan (İstanbul Edebiyat Fakültesi edebiyatçı öğretim üyesi - dil uzmanı) : “Türk milletinin asırlardan beri kullandığı kelimeleri öz Türkçe değildir diye genç nesillerin kafalarından silmeye çalışırsanız en değerli kültür eserlerinizi tahrip eden dil güvelerisinizdir. Onlarla savaşmak Milli Mücadele kadar kutsaldır.” (Mehmet Kaplan, Kültür ve Dil, Dergah Yayınları, İstanbul, 1976, s. 266)
Munis Faik Ozansoy: (gazeteci yazar, Başbakan Demirel’in Kültür Müsteşarı) “Dilimize yapılan saldırı yeni bir Haçlı Seferidir… Dilimizi hakir görmekle manen soysuzlaştık. Dilimiz kabile dillerine döndü.” (Türk Dili İçin V, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1972, s. 57 – 58)
Nihat Sami Banarlı (Edebiyat hocası, edebiyatçı yazar): “Uydurmacılık hayal gücünü öldürüyor. Bu bir dil züppeliğidir.” (Nihat Sami Banarlı, Türkçenin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul, 1987, s. 137)
İsmail Habip Sevük (edebiyatçı yazar) : “Uydurmacılık hamaratlıktır… Orta Asya dil ve lehçelerine dönmek ölüleri diriltmeye çalışmak gibidir.” (İsmail Habip Sevuk, Dil Davası, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1949, s. 68)
Atilla İlhan (edebiyatçı –gazeteci yazar): “Devrimciler lehçesi (uydurukça dil ) ile dilimiz budanıp kuşa çevrildi.” (Cumhuriyet, 5 Mayıs 2005)
Refiğ Cevdet Ulunay (gazeteci yazar) “Dilimize yapılan suikast hiçbir milletin dilinde görülmemiştir.” (Faruk Kadri Timurtaş, II.Dil Kongresi ve Akademi, Türkiye Muallimler Birliği Yayınları, İstanbul, 1969, s. 16)
Prof. Dr. Hüseyin Naili Kubalı: (İstanbul Hukuk Fakültesi öğretim üyesi) “ Öztürkçecilik adına yapılanlar, Demokrasiye ve Anayasamıza aykırıdır.” (II.Dil Kongresi ve Akademi Kitabı, s. 16)
Ahmet Kabaklı: (Edebiyat hocası, edebiyatçı – gazeteci yazar) “Dilimizi yıkanlar, I. Dünya Harbinde devletimizi yıkanlardan daha büyük kötülük yapmışlardır.” (Türkiye Gazetesi, 16 Ağustos 1992)
Prof Dr. Ahmet B. Ercilasun: (edebiyatçı –dilci öğretim üyesi. 1980 sonrası Türk Dil Kurumu Başkanı) “Uydurmacılık, yaşayan dili tamamen yok ederek yerine yepyeni bir dil icat etmektir (Türkçeyi kabile dilini çevirmek). Milli, ilmi ve pratik olmayan bu öztürkçecilik hareketine yakışan isim ‘uydurmacılık’ tır. Uydurmacılık ise, gayri milli, gayri ilmi ve pratik bakımdan zararlı bir akımdır.” (Ahmet B. Ercilasun, Dilde Birlik, Akçağ Yayınları, Ankara, 2015, s. 117)
Uydurukça dil salgınına yabancı ilim adamları Türkologlar da tepkilerini göstermişlerdir. Bunlardan birkaç örnek şöyledir:
Prof. Geoffrey L. Lewis (İngiliz Türkolog, İngilizce Türkçe Sözlük yazarı. 1999’da 1999’da yayınladığı “ The Turkısh Language Reform: A Catastrophiç Succes” (Trajik Başarı - Türk Dil Reformu” isimli kitabı 2004’de “Trajik Başarı – Türk Dil Reformu” adıyla Türkçeye çevrildi” ):
“Öz Türkçe kelime bulmakta çaresiz ve yetersiz kalanlar dilin gümrük kapılarını İngilizce veya Fransızcaya sonunu kadar açtılar. 50 yıllık enkaz kolay temizlenemez.”
“700 yıllık dilde ‘etnik temizlik’ bir ‘felaket’ oldu. Nesiller gün geçtikçe birbirini daha anlayamaz hale geliyorlar”
“Reformcular (Dil Devrimcileri) miraslarını bilerek çöpe attılar” (Ahmet Kemal Yahyaoğlu, Öz Türkçenin İçyüzü, Türkçenin Katli, Yakın Plan Yayınlar, İstanbul, 2013, s. 159 – 160)
İngiliz Türkolog H.C. Hony (İngilizce –Türkçe Sözlük’ün yazarı): “Türkiye’de asıl tehlike uydurukça dilin okullarda okutulmasıdır. Bu İngiltere’de olsa idi yapanlar ölümle cezalandırılırlardı.”
“Türkiye’de dilin tahrip ve kötürüm edilmesini dünyada yalnızca Rusya destekliyor. Tehlikenin büyüklüğünü anlayan Türk aydınları, büyük bir ıstırap içinde yaşıyorlar.”
“ Türk dili hakikaten büyük bir tehlike içinedir. Uydurmacıların bir dil hastalığı (dil ırkçılığı) da Orta Asya kabile diline dönmek hastalığıdır.”
“Özleştirme Türkçeyi fakirleştirdi. Bu boşluğu Batı kaynaklı kelimelerin doldurması önlenemiyor” (Nejat Muallimoğlu, Türkçe Bilen Aranıyor, Nejat Muallimoğlu Yayınları, İstanbul, 2003, s. 311-312)
Prof. Neumark (Türk vergi sistemini düzenleyen Alman maliyeci): “Türkçenin her on yılda bir değiştirildiğini gördüm.” (Oğuz Çetinoğlu, Ses Bayrağımız Türkçe, Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul, 2020, s. 19)
1980’li yıllarına başına gelindiğinde uydurukça dil icadı giderek zayıflamaya başlamıştır. Bunda 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi ile gelen “ara yönetim”de, müdahaleyi yapan Genel Kurmay Başkanı ve kuvvet komutanları generallerin, Atatürk’ün aşırı uydurmacılıktan dönmesini de dikkate alarak, halkımızın da yaygın konuşma ve yazma dili olan “Yaşayan Türkçe” lehine tavır almaları ve bunun yasal düzenlemelerini yapmaları (Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nun kurularak, ehliyetsiz-liyakatsiz başkanları ve üyeleri nezdinden uydurukça dilin kaynağı olan Türk Dil Kurumunun da buna bağlanarak devletleştirilmesi), uydurukça salgınının giderek zayıflamasına ve günümüze gelindiğinde ise neredeyse bütünüyle ortadan kalkmasına sebep olmuştur. Ama bu sefer de beklide uydurukça dil salgınından daha da tehlikeli olabilecek yeni bir büyük dil kazası kendisini göstermeye başlamıştır.
CUMHURİYETİN 100’ÜNCÜ YIL DÖNÜMÜNDE TÜRKÇE
İKİNÇİ BÜYÜK DİL YOL KAZASI 1980 - 2023
İkinci Bölüm
Türkçenin uydurukça dil salgını ile zayıflatılması, ikinci büyük dil yol kazasına damgasını vurmuş, bunu edebiyatçı ve dil bilim adamlarımızdan Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu şöyle dile getirmiştir: “Uydurukça ile Türkçenin zayıflatılması, sınırlarımızda fırsat kollayan Avrupa dillerinin istilasına kapı acımıştır.” ( Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Türkçenin Karanlık Günleri, Ankara, 1972. s. 54)
İkinci Büyük Dil Yol Kazası’ ndan olarak, dilimiz üzerinde 1980- 2023 zaman diliminde İngilizcenin aşırı ve istenilmeyen etkileşimini maddeler halinde, özellikle de, bütün olup bitenleri herkesin yaşayarak ve görerek şahidi oldukları halde daha iyi anlaşılması için şehirlerimizin caddelerinde yaşanan işyerleri isimlerinin İngilizce oluşları üzerinden hareketle anlatacağız.
1-Dünyada “saf dil, arı dil” yoktur. Saf dil, dillerin en ilkeli olup “kabile” dilidir. Bütün milli diller birbirlerinden etkilenerek kelimeler ve terimler alırlar. Bunları kendi imla kuralları ve ses uyumlarına göre uyarlayarak kendi milli kelimeleri ve milli terimleri haline getirirler. Bu akli ve normaldir. Akli ve normal olmayan, bir dilde karşılıkları ola ola bunları yok sayarak yabancı dillerden bunların yerine kelimeler almaktır ki, bu o dilin hem milli faklılıkları ve ayrıcalıklarını bozar ve hem de fikir ve düşünce gücünü zayıflatır.
Bizde yeni bir “dil haslığı” olarak Türkçe karşılıkları ola ola dilimizdeki toptan (toptan satış) yerine İngilizcesi gross kullanılmaya başlanması, merkez yerine center alınması, tütün yerine tobocco kullanılması doğru değildir veya tartışılabilir. Tartışmalardan olarak İngilizceden bu kelimeler dilimize eşanlamlı olarak da girmiştir ama, dilimizde kendisine yabancılaşma artarak devam edecek alımlarla Türkçemizin milli kelimeler kimliğini iyice zayıflatacağından kabul edilebilir bir durum olarak görülemez.
Caddelerimizdeki işeri isimlerinden olarak bunların şu örneklerini verebiliriz: Akdeniz Gross (Türkçe doğrusu Akdeniz Toptan Satış olacaktır), Simit Center (Simit Merkezi), Tobocco Shop (Tütün Dükkanı)
2-Dil ilim adamlarımız ve edebiyatçı yazarlarımızın görüşlerine göre, bir dilin başka dillerden hiç alamayacağı ve alınmasına da başvurulamayacağı alım, bir milli dilin başka milli dilerden en başta gelen farklılıkları ve ayrıcalıklarını gösteren ve simgeleyen dil kaide ve usullerinin alınamayacağıdır. Bunların alınması, alan dilin “ölümü” ne yol açacağına yorumlanmıştır.
Bizde son 10 -15 yıl içinde İngilizceden bu kaideler ve usuller alımların da başlaması “büyük bir talihsizlik” olarak karşımıza çıkmıştır. Bunların işyerleri isimlerimize de yansıtılması örneklerinden olarak şunlar verilebilir: : Erciyes Et & Süt Ürünleri (Türkçe doğrusu Erciyes Et ve Süt Ürünleri olacaktır), “Nohut of Pilav’s ( Nohutlu Pilavlar)), Ali’s İnşaat (Aliler İnşaat), Güneş Kuru Yemiş Since 1953 ( Güneş Kuruyemiş 1953’den beri), The Akdeniz AVM ( Akdeniz Avm) vb. Bunlarda geçen & Türkçede ve anlamında, of -nin, -nın, -li anlamında edat, ‘s ,İngilizcede çoğul eki olup bizde –ler, -lar anlamında, The İngilizcede pekiştirme sıfatıdır.
3-Bir dil başka dillerden kelimeler alırken bunu kendi imla yazım kuralları ve ses uyumuna göre uyarlayarak onu yabancı dil kelime kökeninden millileştirmek haliyle alır. Alının bu kelime, alınan dilin ayrıcalıklı ve farklılık özelliklerini simgelediği için aslı gibi yazılmaz. Aslı gibi alınıp yazılması halinde, bunu alan dilin milli dil kimliğini bozar. Bizde son 10-15 yıldan beri artarak devam eden bu olumsuz alımları yine özellikle de caddelerimizdeki işyeri isimlerinde görmek mümkündür. Orta Anadolu Group (Türkçe doğrusu Orta Anadolu Grup, ses uyumumuza böyle uyarlanarak alınmıştır), Enes Auto ( Enes Oto), System Hospital (Sistem Hastanesi)
4-İngilizceden dilimizde yabancılaşma ve kimlik kaybına daha büyük boyutlarda yol açmaktan olarak zorunlu alımlardan olmayıp özentili ve modalaşma alımlarıyla kendisini gösteren özellikle de caddelerimizdeki işyerleri isimleri olarak, Türkçe karşılıkları olduğu halde, Türkçe –İngilizce karışımı, Türkçe –İngilizce melezlemesi, Türkçe kelimeleri İngilizce kelimelere benzeterek kullanmak ve daha da istenilmeyeni, Türkiye bir İngiliz ülkesiymiş gibi, içinde hiçbir Türkçe kelime bulunmaksızın tümüyle İngilizce kelimelerden işyeri isimlerinin işyerlerinin alınlarına asılması, şehirlerimiz ve caddelerimizi neredeyse tümüyle Müslüman - Türk kimliğinden sıyırarak Hıristiyan - İngiliz şehri ve caddeleri görünümüne büründürmüştür. Bu, Peygamberimizin “Müslümanlar, Hıristiyanlara benzemeyin” hadisine de aykırıdır. Ancak İngiltere ve onun sömürge ülkelerinde olabilecek bu alımları, kendilerinde gerçekten Türklük gurur ve şuuru, İslam iman, inanç, ahlak ve fazileti bulunan insanlarımız yapamazlar; milli dilimiz ve milli - dini kimliğimize aykırı olduğu için yapmak istemezler. Cumhuriyetin ilanının 100’üncü yılında yapılabiliyorlarsa, demek ki bu süreç içinde milletimize milli –dini kimliğini koruma şuur ve bilinci iyice ve yeteri kadar verilememiş, insanın kanındaki akyuvarları gibi tabii milli tepkiden olması gereken milli reflekslerimiz ve duyarlılıklarımız budanmış, neredeyse tamamen yok edilmiştir. Bunları yok olan milletler, özentisine kapıldıkları ve çok kötü modalaşmış taklidini yaptıkları miletlerin içinde giderek sosyal asimilasyona uğrayacaklarından “tarihin milletler mezarlığı” na gömülmeye mahkumdurlar.
Bu işyeri isimlerine isimlere birkaç örnek verilecek olunursa şunlardan verebiliriz:
Türkçe- İngilizce karışımından olarak: The Yaprak Döner House, Simit Center, Erdal Shoes, The Berber’s Shop, New Yok Kuaför.
Türkçe-İngilizce melezlemesinden olarak: Narinlife Perde, Therepabuç
Türkçe kelimeleri İngilizceye benzeterek verilen işyeri isimleri: Look Man Barbour (Berber) Shop, Barber (Berber) Shop Sclass, Mahall Düğün Salonu ( mahali İngilizce Shell’e benzetmekten) Düğün Salonu.
Türkçeyi yok sayarcasına, mahallede oturanların tamamı İngiliz imiş gibi tümüyle İngilizce kelimelerden olarak: Mackbear Coffee Co., Mıxy Occessoire , Patron’s Lounge, Rokka Pizza & Cafe, My Man Hair Desing, System Hospiital, Medical Palace, Bristo & Cafe, Rent a Car, İtalian & Pizza, Domino’s Pizza, Robin Hood Cafe
İşte caddelerimizi birer Türk caddeleri olmaktan çıkarıp İngiliz caddeleri görünümüne büründürenler bu işyeri isimleri görüntüleridir. Hem de mahallelerimizde neredeyse hiçbir İngiliz’ in yaşamadığı, yaşayan Müslüman halkımızın da hiç İngilizce bilmediği ve bir İngiliz’in gelip buralardan alışveriş yapmadığı böyle bir ülkeye ve topluma İngilizce anlamıyla “absurt”, Türkçe anlamıyla ise “saçma –sapan ülke ve toplum” denilmez mi?
Bu vatanı bize İstiklal Harbimizde kanlarını dökerek şehit olan atalarımız mezarlarından çıkıp bu istenilmeyen cadde görüntüleri karşısından biz torunlarına neler söylerlerdi acaba? Her halde şunları söylerlerdi: “Biz bu şehirleri ve caddeleri sizlere böyle mi, böyle olsun diye mi teslim ettik! Biz caddelerimizden kovduğumuz işgalci düşman askerlerinin yerine sizler, bizim kelimelerinizden karşılıkları ola ola onların kelimelerinden işyeri isimleri vererek bu yolla caddelerimizi yeniden onlara işgal ettirmişiniz. Yazıklar olsun size! Bu yaptıklarınızdan dönmez, düşman işyerleri kelimelerini de caddelerimizden kovmazsanız sizlere hakkımızı helal etmeyiz.”
5-Yine dilimizi yabancı dillerin işgallerinden olarak, bölge ve şehir isimlerimizin Roma, Bizans ve İngilizce asılları ve ona benzetmelerinden yazılmaya başlanması da, ülkemizin tapusunu başkalarına takdim etmekten gibi bir çağrışımı akla getirir. Bu kullanımlara birkaç örnek : Kasseria Avm, Anatolia Sitesi, The Kayseri Form Residences, The Kayseri Loft Hotel. Daha da hoşa gitmeyeni ve istenilmeyeni Kayseri’yi iyice İngilizceye benzetmekten olarak Quyser yapılarak, bir otele de Quyser Hotel isminin verilmesi olmuştur. Kasseria, Kayseri’nin Roma-Bizans ismi, bizde Anadolu anlamın gelen Anatolia ise, Roma ismi olup, Roma İmparatorluğu yönetimi Anadolu’ya hakim olduğu yıllarda burasını “Anatolia Eyaleti” ismi altında idare etmişti.
Atalarımız bütün bunları Türkleştirmek –Müslümanlaştırmak isimlerinden Kayseri ve Anadolu olarak yazmaya ve telaffuz etmeye başlamışlardı. Bugün itibariyle biz torunlarının bundan saparak asılları gibi kullanmaları, bunlarda milliyet ve din refleksleri -duygularının iyice zayıfladığı anlamına gelir.
6-Alfabemiz de 29 harf vardır. 1928’de çıkarılan Alfabe Yasası’na göre bunların dışında harfler kullanmak yasaktır. Ama gelin görün ki bu da İngilizcenin bir diğer işgalinden olarak işleri isimlerine de yansıtıldığı halde alfabemizde olmayan Q,W,X… harflerinin kullanılmasına başlanmıştır. Buna iki örnek: TNT Qent Yapı’dır. Türkçe doğrusu, TNT Kent Yapı olacaktır. Qümes Waffle. Doğrusu, Kümes Izgara Dürüm.
Olup Bitenlerin Anayasa’ya Aykırı Oluşu
Anlatmakta olduğumuz İkinci Büyük Dil Yol Kazasında yaşananların çoğu Anayasamıza aykırıdır. Bunun ilgili maddelerinde “T.C. Devletinin dili Türkçedir”, “Eğitim dili Türkçedir” vardır. Şair ve yazlarımızın görüşlerin göre, her milletin milli dili, bağımsızlığının sembolü bez bayrağından sonra ikinci bir bayrağı olarak, yine istiklalimizin sembollerinden “ses bayrağı” dır. Özellikle de yine işyerlerimize, Türkçeyi yok ve kabul etmiyor sayarcasına içinde hiçbir Türkçe kelime bulunmaksızın tümüyle İngilizce kelimelerden olan işyeri isimlerin işyerlerinin alınlarına asmak, İngilizlerin de ses bayrağı olan “İngiliz ses bayrağı” nı asmak gibidir. Bu haliyle yapılanlar, hem istiklal ve istikbalimize aykırı hem de anayasamıza da uymayan yapılanmalardır.
1980’li yılların başlarından itibaren başlayarak her seviyedeki okullarımızda, eğitim dilinin Türkçe olmaktan çıkartılıp İngilizce ile eğitime çevrilmesi de Anayasamıza aykırıdır. Bilim adamlarımızın görüşlerine göre, yabancı dilde eğitim ancak sömürgelerde ve özellikle de İngiliz sömürge ülkelerinde olur. Türkiye bir sömürge ülkesi olmadığına göre, yabancı dille eğitimden vazgeçilmeli, en iyi ve verimli eğitimin ancak milli dille olabileceği de göz önüne alınarak Türkçe ile eğitime geri dönülmelidir.
Günümüzde Türkçenin Yaşatılmasının “Milli Beka Sorunu” Haline Gelmesi
Yine dil ve tarih uzmanlarımızın görüşlerinden edindiğimize göre, milli diller içinde Türkçemiz tarihte tậ başından beri hep “sahipsiz” kalmıştır. Bu sebepten kimse ilgilenmediği için ne tarihi ne grameri demek olan dil bilgisi yazılabilmiş ne de doğru dürüst bir lügati (sözlüğü) çıkarılabilmiştir. Bu sahipsizliği haliyle her önüne gelen kendine göre çeşitli imla ve kelime yapma kuralları üretmiş, üslubundan olarak da çok çeşitli konuşma örnekleri sergilenmiştir. Bu halleriyle de dilimizde istenilen birliktelik sağlanamamış, “Türkçenin İyi Kullanılamaması ” problemi de sürekli şikayetler ve sızlanmalar konusu olmuştur. Bu sebeplerden günümüzde sık sık “Türkçeyi Doğru Konuş, Doğru Yaz” kampanyaları ve ödülleri düzenlenmiştir. Bunun en son göstergesi, 2021 yılının “Yunus Emre ve Türkçe Yılı” ilan edilmesinden de kaynaklanan, bunun ödüllerinden olarak “Sosyal Medyada Türkçeyi En İyi Kullananlar” ödülleri sahiplerine 27 Ocak 2021 de Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda yapılan törende verilmiştir.
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ödül töreninde yaptığı konuşmada, başlangıcından günümüze kadar Türkçenin önemini ve uğradığı büyük tehlikeleri dile getirmekten olarak, öncesinden de buna sı sık değindiği halde, “Caddelerimizde Türkçe olmayan tabelalar var. Bu kabul edilmez” söylemine yeniden vurgu yaparak, dilimizin 100’ üncü yıl itibariyle büyük tehlikelerle karşı karşıya gelmesinin “Milli Beka Sorunu haline geldiği” ni bunun da “Milli Mücadele ruhuyla aşılacağı” nı söyleyerek konuşmasını bitirmiş, ardından ödül alanların ödüllerini kendilerine vermiştir. Sayın Cumhurbaşkanımızı dilimiz konusundaki bu duyarlılığını tebrik ediyor, dilimizin korunması için gerekli yasaların çok geç kalınmadan çıkarılmasını diliyoruz. Bu yapılmadan, “milli ülkümüz” haline getirdiğimiz “21’inçi Yüzyılın Türk Yüzyılı” olamaz mümkün olamaz ve belki de giderek Türk milletinin “tarihin mezarlığına gömüldüğü” bir yüz yıl olabilir.
Benim bir teklifim de Cumhuriyetin 100’üncü yıl dönümünde her konuda bir “milli slogan” belirlenecek olunacaksa Türkçe konusunda da bu “Türkçeyi Yaşat ki Türk Milleti Yaşasın!” olmalıdır. Bir milletin varlığına sebep olan en başta gelen bağlayıcı ve birleştirici ortak kültür unsuru milli dilidir. Her milli dil bir millet, her millet bir milli dil demektir.. Milli dillerini kaybeden milli varlıklarını da kaybederler. Bu cümleden olarak, birçok filozof, edebiyatçı yazar, dil bilgini, milli dilin önemini dile getirmek yanında,bir milleti yıkmak için öncelikle dilinin yıkılmasıyla ilgili olarak şunları dile getirmişlerdir:
Aristo: “Bir milletin dili, hukuku ve musikisi onun ruhudur. Bir milletin ruhunu ve değerlerini yok etmek için onun diline, hukukuna ve musikisine dokununuz.”
Konfüçyüs: “Bir ülkeyi idare etmeye çalışanların önce dilini düzeltirdim. Dil düzgün olmazsa, kelimeler düşünceyi iyi anlatamaz.”
Walter Lanoor: “Bir milletin kanunlarının çiğnenmesinden sonra en büyük suç, dilinin çiğnenmesidir.”
Bernard Shaw. “Kendi dilini tam olarak bilmeyen başka dilleri de bilmez.”
Heideger: “Dil insanın evidir.”
Humbult: “Bir milletin ancak kendi dilinin gelişmesi gerekli bir dereceye ulaştığı zaman büyük ve dahiyane bir fikri ilerleme olur.”
I.Napolyon: “Benim kelimelerim ve kültürümün girdiği bir memlekete askerlerimi sokmaya ve orada silah patlatmaya lüzum yoktur.”
Leibniz: “Bana mükemmel bir dil ver, sana büyük bir millet teşkil edeyim.”
Albert Camus: “İnsanın iki yurdu vardır: Biri üzerinde doğduğu topraklar, diğeri de o topraklarda konuşulan dil. Benim anadilim Fransızcadır ve bir yazar olarak ilk görevim, onun hududunda nöbet tutmaktadır.”
Süleyman Nazif: “Dil milletimizin iskeletidir.”
Yahya Kemal: “Dil ağzımda ana sütümdür.”
Cemil Meriç: ‘Kamusuma dokunan namusuma dokunmuştur.”
Fazıl Hüsnü Dağlarca: “Türkçe benim ses bayrağımdır.”
Mustafa Kemal Atatürk: ”Dilde ve musikide inkılap olmaz.”
Cumhuriyetin ilanının ikinci 100 yılına girilirken, milli dilimiz Türkçemizin yaşatılması için bütün yanlışlıklar, hatalar ve yabancı dillerin işgallerinden kurtulmayı dileyerek, Cumhuriyetimizin ilanının 100’üncü yıl dönümünü kutluyorum. 5 Ekim 2023