Kutsal din, işine gelmeyen dünyacılar tarafından; tanrısal, vahiysel, kutsal veya ruhsal gibi adlarla vasıflandırılsada , maddi/ fiziki hayattan en önemli insan idaresinin beyni devletten uzak tutulmak istensede, işin gerçeğinde, esasında din, sosyal, ekonomik, siyasi ve askeri yasaların yasasıdır. Bütün yasaların fevkinde olan ilahi adalettir.
Küresel çapta bütün hukuksal ve yönetsel/ idari bütün anlayışların rejimlerin cemisi kendi hinterlandı içerisinde dini değiliz deselerde birer dini düzenektir. Söz konusu -bize göre batıl- dinsel yapılara göre kanunlar yapılarak dünyevi egemenlik hakkı güdülmekte, kitlelerin insan kitlelerinin kendilerine itaat ve hizmeti şart koşularak çok çok üstün addedilen gücün, egemenlerin emri altında ve onun koyduğu ahkamları doğrultusunda tek hakim güç oldukları tasdik ettirilmektedir.
Yukardaki tarif çerçevesinde, belirttiğimiz sebeplerle, düzenin kurucusu olan yasa yapıcı ve yöneticiler otomatikman tanrısal egemenlik hakkına da sahip olmaktadırlar. Dolayısıyla her toplum yönetildiği düzene göre egemen kabul ettiği gücü veya güçleri ilahlaştırarak, ekseriyetle farkında olmadan, ne yaptığının farkına dahi varamadan onlara tapınmaktadır adeta. Düşüncenin, rejimin, veyahut düzenin adı/ amblemi ne olursa olsun, o mutlaka bir dindir.
Sevgili okuyucu !
Vahyi ilahiyi reddeden insan zekasının ürünü bütün beşeri düşünce, sistem ya da ideolojiler görüldüğü ve denendiği üzere mega yalandan kolonların üzerine inşa edilmiş soygun ve yalan abideleridir. Allahın kullarının ilahi yaratıcıya karşı olan saygı ve duyarlılıklarını dikkate alarak öylesi sinsi/ şeytani planlar yapmaktadırlar ki, kutsal din saygısı altında Allahı CC dokunulmaz yapıp hapsedercesine yeryüzünden dışlayarak tüm yetkileri kendilerinde toplamakta, halka da seçme seçilme, özgürlük ve milli hakimiyet adı altında yalandan uydurma payeler vererek tanrısal gücün otoritesine kavuşabilmenin sefasını tepe tepe sürerler.
Sadece ilahi yaratıcının ilahi nizamını kabul etmemek ve o Allahın buyruğu altına girmemek için birbirlerinin köleliğine dahi razı olurlar bu demagoglar. Hatta bir birlerinin emri altına girmeyi de büyük bir onur sayarlar çıkarlarının büyüklüğü oranında. Bu yapıda olan ve dediğimiz anlayışa sahip olan bir politikacı, ilahiyatçı, mürekkep yalamış sözde aydın, hükümet ve devlet adamlarının dürüst oldukları söylenebilir mi?
NEDİR SİYASETTİN ÜSSÜL ESASI?
Siyaset, kısaca hayatın/ yaşamın bütünü, suyu, nefesi ve dahi ruhudur kardeşim. Siyasetin olmadığı hiçbir toplumda ne nizam, ne düzen, ne birlik beraberlik, ne güç ne adalet ve dirlik olmaz. Başta Peygamberimiz Hz. Muhammed S.A.V. olmak üzere, tüm Peygamberler insanlığın örnek aldığı en adil devlet adamları olarak siyasetin içinde vazife alıp toplumları yönetip hak ve adalet adına çabalayıp dünyanın en zor şartlarına göğüs germişler her türlü haksızlıkla mücahede etişlerdir. Kuran kitabımız, küresel bütün anayasaların anayasasıdır. Uygulanıp uygulanmadığı hiç mühim değil, işin realite tarafını anlatıyoruz.
Etniği ne olursa olsun, hangi dine mensup olursa olsun okonomik ve sosyal yapısı ne olursa olsun hiç kimseyi kayırmayıp mutlak adaletle ilahi kanunla hükmeden, insan neslinin ve ilahi düzenin ilelebet sürmesi için suçluya hakettiği cezayı, iyiye hakettiği mükafatı veren, idaresi altındaki insanların her biri için aş, iş ve barınacak mutlu olacağı, barınacağı bir yuva sağlamakla sorumlu olan, halkı tok, huzur ve güvende olmadan kendini emniyette hissetmeyen, düşmanına karşı dik ve onurlu, halkına ve dostlarına karşı mütevazi ve hoşgörülü, ülkesinin insanını yaratıksal hiçbir gücün hegomonyasına sokmayıp devletini, halkını, dinini, kültürünü ve bağımsızlığını pazarlama konusu yapmayarak, dünyanın öbür ucundaki haksız ve adaletsizlerle gerektiğinde mücadele eden ilahi , kutsal bir kurumdur gerçek siyaset.