İslam nazil oluşunun ve din olarak ikamesinin her safhasında olduğu gibi şu savm”oruç”ın farz kılınışında da diğer ilahi hükümlerin farz kılınış ve uygulanışında izlenen ulvi ilke ve yöntemlere uymuştur.
Bu hakikatten dolayı Ramazanı şerif orucu hicretin 2. senesi mübarek Şaban ayında Bedir savaşından önce farz kılınmıştır…
Hikmeti ilahiyye Ramazan orucunun farz kılınmasını islamın inmeye başlamasından namaz ve bazı dini vecibelerin emredilmesinden bir müddet sonraya bırakmıştır.
Çünkü insanın nefsi emmaresini yani kötülüğü emreden “ENE”si”BEN”i alıştığı ve sevdiği nefsani şehevi alışkanlık ve itiyatlarından vazgeçirmek zor bir cihaddır….
Böyle zor olan nefisle cihadı gerektiren bir eylem ancak kalbini tevhid akidesine ve uygulamasının gereklerini özümsemiş ona aşinalık ve ünsiyet kazanmış yüce bir mertebeye ulaşmış mümin fertlerde tatbik imkanı ve başarı
şansı bulabilirdi.
Yani kalbine tevhid akidesi yerleşen, namaz kılmaya alışan, Allah’ı bilen, nasıl kulluk edilmesi gerektiğini müdrik, namaz kılmaya alışan ilahi hükümleri kabul eden ve Kur’an hükümlerinden, ayetlerinden tam manasıyla faydalanmasını bilen kimseler sabredebilir. Bu usul, gelmiş geçmiş tüm nebiler ve resullerin genel geçer uyguladıkları sistemdir…
Teşri iddiasında- yeni bir paradigma ortaya koyan-, bulunan herkesin tatbik sahasına koyduğu bir yöntem olan tedricilik—aşamalılık—yani aşama aşama yapılan uygulamalar orucun farz kılınmasında da uygulanmış ve başarıya ulaşmış en sağlam bir yoldur.
Nasihat ve irşat mesleğinde en etkili ve faydalı usul doğruyu arayan batıllardan bunalmış insanlara yavaş yavaş, alıştıra alıştıra irşat ve nasihatta bulunmak,önce nefislerine ağır gelmeyen
kolayca kabul edebilecekleri uyabilecekleri şeylerden başlamak, daha sonra önceki alışkanlıklarından da yararlanmak suretiyle yukarıda işaret ettiğimiz mücahede ve meşakket isteyen diğer hususlar aşamasına geçmektir.
İşte ancak bu yolla insanlarda faziletler ve güzel hasletler geliştirilebilir. Örnek cemiyet ve milletler vucuda getirilebilir ve ancak bu usul ile insanları mutlak hayır etrafında toplamak aralarında birlik ve beraberliği iyilik ve yardımlaşmayı sağlamak mümkün olabilir…
ORUCUN FARZ KILINIŞ AŞAMALARI
Ramazanı Şerif orucu farz kılınmadan evvel aşure orucu tutmak farzdı. Aşure orucu daha evvelki dinlere göre faziletli idi. Aşure gününe gösterilen ihtiram, cahiliyet döneminde Kureyşte de devam ediyordu.
Dolayısıyla Kureyşliler aşure günü tören yapar, kabenin örtüsünü örterlerdi.
Nitekim Resulullah Medine’ye hicretlerinde Yahudiler tarafından aşure gününe hürmet gösterilmekte olduğuna şahit oldular. Hz.Aişe validemizden rivayet edildiğine göre Kureyş cahiliye devrinde iken aşure günü oruç tutardı.Sonra Rasulullah o gün oruç tutulmasını emretti. Bu hal Ramazan orucu farz kılınıncaya kadar devam etti. Ramazan ayında oruç tutulması farz kılındıktan sonra Rasulullah SAV aşure günü hakkında “dileyen aşure günü oruç tutsun dileyen iftar etsin”…Buyurdular.
Yine Buhari ve Müslimin İbni Abbas ‘dan rivayet ettikleri bir hadise göre “peygamber sav medine’ye hicret ettiler ve yahudilerin aşure günü oruç tuttuklarını görünce “ma haza”bu nedir?diye sordular. cevaben bu salih aleyhisselamın günüdür. bu gün Allah cc israiloğullarını düşmanlarından kurtardı. bu sebeple musa aleyhisselam o gün oruç tuttu dediler….
Peygamber efendimiz sav ben musa kelimullah üzerinde sizden daha çok hak sahibiyim buyurdular. o gün oruç tuttular ve oruç
tutulmasını emrettiler.”
O halde aşure günü cahiliyet devrinde oruç tutulması Müslümanlara orucun Kur’an ayetiyle farz kılınmasından önce farz kılındı. Sonra bu farz mübarek ve büyük bir ay olan Ramazan orucunun farz kılınmasıyla son buldu. Fakat aşure orucu mendup, nafile oruç olarak devam etti. Ancak 10 Muharreme raslayan Aşure gününden önceki dokuz günü de oruç tutmak, Rasulullah’ın şu hadislerine istinaden müstehaptır.“şayet seneye kadar yaşarsam muharremin dokuzuncu günü mutlaka oruç
tutacağım.