DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Mehmet Kasap
Mehmet Kasap
Giriş Tarihi : 26-08-2024 14:17

DEPREM

Deprem deyince bende uyanan ilk intibâ, çocuğun adı Hanifi idi, o gelir gözümün önüne. Kara yağız, halim selim, zayıfa yakın, elmacık kemikleri fırlamış, göçük suratlı, çelimsiz bir oğlandı. 1966 yılında Kayseri Yapı Enstitüsü Orta kısmında ikinci sınıftaydım. Birinci sınıfı geçenlerin ve ikinci sınıfta kalanların haricinde başka katılanlar da olmuştu. Hanifi de onlardan biriydi, Varto’dan getirilmiş, yatılı olarak bizim sınıfa katılmıştı.

Hanifi ile ilgili başka bir bilgi; annesi, babası, kardeşleri var mıydı, ne oldu, yok bende, kalmamış, ama gerek 17 Ağustos 1999 Körfez depreminde, gerek 6 Şubat 2023 Pazarcık ve Elbistan depremlerinde Hanifi’nin hayâli, düşüncesi beni hiç, dahası halâ terk etmedi.

Medyada yapılan bütün deprem haberlerinde kurtulamadım bu depremzededen... Ve düşünüyorum, Varto neresi Kayseri neresi, cevap yok tabii. Veya....

Geçen zaman içinde “devlet” kendini kübik resim tabloları gibi orasından, burasından göstermeye başladı.

Bir deprem sonucu değil ama, kader diyelim, ortaokuldan sonra lise için yatılı olarak Gaziantep’e gittim. Mesele hayat hikâyem değil, böyle davranarak aklımca kübik bir tablo yapmaya çalışıyorum. Yani ben nasıl bir sınav sonucu Gaziantep’e gönderilmişsem, Hanifi de bir deprem, 1966 yılında yaşanan Varto depremi sonucu Kayseri’ye getirilmişti.

Bu gün daha iyi anlıyorum, o gün devletin ne benden ne de Hanifi’den bir sayı (vatandaş demek istemiyorum, o takdirde belki başka haklar gündeme gelebilir) olmaklığımızdan başka kesinlikle haberi yoktu.

Dünyada gelmiş geçmiş, yaşayan depremciler; depremsiz olamayacağımızı, yeryüzünde depremlerin hayatın bir kaynağı olduğunu, yapılacak işin depremle yaşamaya alışmak olduğunu söylüyorlar. Bizse alışamıyoruz da diyemiyorum, çünkü, depremler kimseye bakmıyor, kimseyi dinlemiyor, olacaksa oluyor, yıkılan yıkılıyor, ölen ölüyor...

Belki de alışıyoruz fakat depremcilerin söylediği alışmak bu değil, yıkılmadan ölmeden demek istiyorlar tabii ki... Pekiyi bu nasıl olacak, veya biz ne yapıyoruz?

Can alıcı soru bu...

Yapılanlar da belli, her şey göz önünde, devletin hazır gücü Toplu Konut İdaresi. Artı inşaat şirketleri... Anlaşıldığı kadar “Devlet Baba” olabilmek için her halükârda Patron veya Patrimonyal devlet kalıbına girmek gerekiyor. Olabilecek en yüksek seviyede eldeki imkânlar seferber ediliyor ama açık öylesine büyük oluyor ki, etkilenen ailelerin, çadır değilse bile konteynerden derli toplu bir konuta yerleşmeleri üç-beş yılı alıyor. Bebekler çocuk oluyor, çocuklar delikanlı... Yani depremzede, oysa Hanifi’nin bir kabahati yok... Üstüne bu alelacele, plansız, yerine göre hukuksuz yetersiz yapılanlar, yeni başka problemler doğuruyor, tapu, hisse, ödeme, mahkeme vb. Yani en azından alenî patron değilse bile spontane patrimonyal devlet şeklinden bir türlü kurtulmak mümkün olamıyor.

Süleyman Demirel ilgili bir konuşmasında şunları söylemiş; “Devletin mazereti olmaz, gerekirse para basar, borç bulur, ama mutlaka mağdurun yanında yer alır. İşte bunun için bizde devlete Baba derler.”

Yok hemen Demirel’in “Devlet baba”sına balıklama atlamayacağım. Öncelikle bu tabirdeki gelişmemişliği görmek lâzım... Fakat şu anda ülkemiz gelişmemişliğinin teknik detaylarına girmek gereksiz ve aynı zamanda bu yazıyı kesinlikle aşar.

Burada iki uygulamadan söz edeceğim, ilki depreme hazırlık olacak bir uygulama, ikincisi de (Allah korusun) 1999 Körfez veya 2023 Kahramanmaraş depremleri benzeri bir felâketten sonra yapılacaklar.

Şöyle; madem ki haydi deyince gerekli konutların yapım süreci en az bir veya birkaç yıl sürüyor, demek ki bu uygulamaya bu kadar süre önce başlamak gerekiyor, yani hemen şimdi, Toplu Konut İdaresi programı  her neyse onu uygulasın, bizim işimiz yerel yönetimlerle. Kararname ise kararname, yasa ise yasa. Bütün yerel yönetimler nüfuslarının en az yüzde yarımını, birini, belki üçünü barındıracak kadar konutu yapıp elde hazır tutacaklar, zaten İmar Kanununda tam bu şekle uygun değil de, yine de bunu andıran yani artan nüfusu barındırmaya yetecek kadar konut yapımı için imar parselini hazır tutmaya yönelik 18. madde hükümleri var. Meselâ Kayseri için bu hesaba göre, siyasilerin yatay mimari anlayışıyla değil de bu söylemin sahibinin (Turgut Cansever) anlattığı şekilde “ufki şehir”in bir bölümü, mahallesi olabilecek özelliklerde dört bin civarında veya ilk anda yapabileceği kadar 80-100 metrekarelik konutları 16 ilçesiyle birlikte el birliği ile ve ilçelere göre paylaşılmış bir halde hiçbir ek bütçeye ihtiyaç duymadan çok kısa süre içerisinde hazır edebileceği söylenebilir.

Söyleyeceklerimin ikincisine gelince; bu çok daha kolay, depremzedeye denecek ki; “sizin devletiniz var, şu kadar saat içerisinde siz yeni konutlarınıza yerleştirilmiş olacaksınız.” Ve hali hazırda afet bölgesine, civardan gelen yardım tırları yerine gelecek otobüslerle, bölgeden insanlar sivil savunma görevlileri tarafından yerleşecekleri komşu illere taşınacaklar. Afad işine bakacak, Kızılay işine bakacak, üzüntü kaçınılmaz ancak, tek bir enkaz başından çığlık duyulmayacak, göz yaşı dökülmeyecek.

Öte yandan Ordudan (TSK) bahsetmeden belki meramımı tam anlatabilmiş olamam. Ordu var ve görevleri belli, ama devamında bir de seferberlik hâli var. Hemen bütün hayatı iptal edici ve yalnızca ülke veya bölge savunmasına odaklı bir hâl, seferberlik hâli. Nasıl anlatayım, yaşamadık, inşallah yaşamayız da, nasıl denirdi “Eli silâh tutan herkes...” Kaldı ki yukarıdaki teklife göre hemen başlanmak kaydıyla böyle bir seferberliğe de gerek yok. Bu iş bir süreç, güneş doğduğu sürece sürecek. Ve ordunun yapısı ile işleyişine yasası bir tarafa, ister kısa süreli olsun, ister bedelli olsun kimsenin bir itirazı olmadı, söz konusu olamaz da, bu hususta çok anekdot anlatılabilir, var.

Meselâ krallığa rağmen, Baba bir tarafa, Patron veya Patrimonyal hiç değil sosyal bir devlet olan İsveç’te bir getto değil, bir gecekondu bölgesi değil, kabul ettiği/edeceği işçi, göçmen veya sığınmacı sayısı kadar sosyal ve teknik altyapısı tamamlanmış konut mahalleleri, bölgeleri sürekli hazır tutulur(muş)... Bizden bir çok ünlünün 12 Eylül ve benzeri olağanüstü hallerde bugün buruk bir sitayişle anlattıkları yurt dışı hayatlarının buralarda geçtiği sır değildir. İsveç’te sosyal devlet politikalarının halka daha yakın birimler olan il idareleri ve özellikle belediyeler üzerinden geliştirme girişimleri bilinmektedir.

Burada yukarıda söylediğim gibi teknik olarak Yahudi tarihine gidip geceleri kapıları kilitlenen gettolardan veya sanayileşme adına ucuz işçilik gerekçesiyle toprağa ve eski köy nizamına darılmış, toprakla arası açılmış insanlar (köylüler) tarafından devlet arazisi üzerine yapılan ve göz yumulan gecekondudan da söz etmeyeceğim. Acaba diyorum, Körfez depreminden veya Kahramanmaraş depremlerinden sonra denseydi ki; bu bir konut seferberliğidir, bütün yerel yönetimler; büyükşehirler, il özel idareleri ve ilçe belediyeleri, bölgenizdeki bütün çimento-tuğla fabrikaları, beton santralleri, çelikçileri, kaynakçıları, kalıpçıları, ilgili meslek odaları, ihtiyaç duyulan her şey emrinizde en kısa sürede elli/yüz konut yapacaksınız!... En eksi bütçeli ilçe belediyesi dahi yirmi/otuz gün içinde bunu yapabilirdi. Ülkemizde bin civarında yerel yönetim birimi olduğu göz önüne alınırsa, yirmi günde yüz bin konut az mı?

Demirel’in “Devlet Baba”sını gösterebiliyor muyum?

Son 25 yıl içerisinde yaşadığımız iki büyük depremde biz, Baba devlet olmaya özendik yapamadık, aklımızı Patron veya Patrimonyal devlet anlayışından alamadık. Ege Cansen “İmar Düzeninin Baş Belâsı Tapu” başlıklı bir yazısında (16.08.2024, Sözcü) “Tasarrufu koruyan tapu makbul, rant yaratanı mekruhtur.” diyor... (Liberal kafa “mekruh”la da olsa bu illetten kurtulamıyor) Geldiğimiz nokta, kentsel dönüşümde üçte iki çoğunluk mu, yoksa yüzde elli bir mi? Maalesef hepsi bir arada olmuyor, hem yüzde kırk dokuzun hakkını gözetmeyeceksiniz hem sosyal devlet olacaksınız, hem patron olacaksınız ve üstüne patrimonyal siluet görüntüsüyle... İstanbul’a baka baka yapılan şu medeni tartışmaya bakar mısınız? Bu hengamede konteynerleri sel basacak, çadırlar yanacak, lâpa lâpa kar yağacak, okullar açılacak, hoca gelmeyecek, sefillik diz boyu...

Bu temel düşünce şöyle de açıklanabilir: Eğer açlık varsa, doğrudan doğruya aç kaldığı için ölen insanların sayısı azdır. Çoğu dizanteriden veya çeşitli enfeksiyon hastalıklarından ölmektedir. Bu halde yiyecek yerine ilaç göndermek de pek bir işe yaramaz. Böyle durumlarda eko sisteme saldıran primer baskıların üzerine gitmek gerekecektir.

Kayseri, 17 Ağustos 2024

 

Mehmet Kasap

Mehmet Kasap

DİĞER YAZILARI
NAMAZ VAKİTLERİ
PUAN DURUMU
  • Süper LigOP
  • 1FENERBAHÇE410
  • 2GALATASARAY39
  • 3BEŞİKTAŞ39
  • 4İKAS EYÜPSPOR48
  • 5RAMS BAŞAKŞEHİR FUTBOL KULÜBÜ37
  • 6GÖZTEPE46
  • 7SAMSUNSPOR36
  • 8KASIMPAŞA45
  • 9TÜMOSAN KONYASPOR44
  • 10NET GLOBAL SİVASSPOR44
  • 11ANTALYASPOR44
  • 12ÇAYKUR RİZESPOR44
  • 13GAZİANTEP FUTBOL KULÜBÜ23
  • 14SİPAY BODRUM43
  • 15TRABZONSPOR22
  • 16CORENDON ALANYASPOR42
  • 17BELLONA KAYSERİSPOR21
  • 18ATAKAŞ HATAYSPOR41
  • 19ADANA DEMİRSPOR41
Gazete Manşetleri
Yol Durumu
BURÇ YORUMLARI
  • KOÇ
    Koç Burcu
  • BOĞA
    Boğa Burcu
  • İKİZLER
    İkizler Burcu
  • YENGEÇ
    Yengeç Burcu
  • ASLAN
    Aslan Burcu
  • BAŞAK
    Başak Burcu
  • TERAZİ
    Terazi Burcu
  • AKREP
    Akrep Burcu
  • YAY
    Yay Burcu
  • OĞLAK
    Oğlak Burcu
  • KOVA
    Kova Burcu
  • BALIK
    Balık Burcu
ANKET OYLAMA TÜMÜ
E-Bülten Kayıt
ARŞİV ARAMA