Karmakarışık bir dünyada yaşıyoruz.
Şeytanın planının egemen olduğu bir dünyada.
Dünya köklü bir değişime uğruyor.
Artan temposunun, yerleşik düzenin sınırlarını, gelenek ve görenekleri silip süpüren devrim ruhunun, dil, din, alışkanlık, yaşam ve düşünce biçimlerimizin her gün değiştiği bir dünyada yaşıyoruz.
Her yerinde şaşkınlık bulunan bir dünyanın içindeyiz.
Ne yazık ki huzuru tamamıyla yitirmişe benziyor bu dünya.
Nükleer bir savaş korkusuyla birlikte yatıp kalkıyoruz.
Dünyanın pek çok yerinde silahlı çatışmalar oluyor ve pek çok şehrin caddeleri silah sesleriyle çınlıyor.
Pek çok yerde rehineler alınıyor.
Pek çok yerde savaş oluyor ve bitmek bilmiyor. Her yerde devrimler, savaşlar, hükümet darbeleri birbirini kovalıyor.
Binlerce, yüz binlerce insan ya öldürülüyor ya da evlerinden, yurtlarından çıkarılıyor.
Emperyalistler kendi emellerini ve ekonomik güçlerini korumak için gaddarlıkla ve vahşice kan dökmeye devam ediyorlar.
Uygarlık, özgürlük, yurt ve ulus duygusu gibi insanlığın ortaya koyduğu temel ilkelere en acımasız darbeyi indiriyorlar.
Bu yüzden pek çok insan iç huzuru bulamadıkları, evlerinin ve yurtlarının güvenliği olmadığı için vatanlarına, yuvalarına dönemiyor.
Çünkü çoğunun evi yıkılmış, yakılmış ve yok olmuş.
Yüreklerinde esen korku ve çatışmanın sonucu insanlar bir kaygı ve bir kargaşa içinde yaşıyorlar.
İnsanlar teselli ve huzur için feryat ediyorlar ama ne yöne dönseler karşılaştıkları tek şey savaş oluyor.
Yirmi birinci yüzyılda insanlık dünyaya baskı yapan bu ahlak hastalığına, bu ruhsal boşluğa çare arıyor ama gücü yetmiyor. İnsanoğlu en yüksek binaları, en hızlı uçakları, en uzun köprüleri inşa edebiliyor.
Uzayın derinliklerini başarıyla araştırıp bilinmeyeni biliyor.
Ancak yine de hala kendini yönetemiyor ya da eşitlik ve huzur içinde birlikte yaşayamıyor.
Kendi temel sorununu çözebilmiş değil.
Tarihçiler tüm tarih boyunca insanın böylesine korku ve belirsizlik altında kaldığı çok az zamanın yaşandığına işaret ediyorlar.
Bununla birlikte bir kısım insanlar da başka yollarda, başka bulvarlarda yürümeyi tercih ediyor.
Bunlar ise: cinsellik tutkusu, Şan, şöhret, zevk ve güç.
İzlenilen bu yollarda ulaşılan tek yer ise derin bir bataklıktır.
Bu ağın tuzağına düşenler tedavisi mümkün olmayan bir ruhsal hastalığın pençesinden kurtulamıyorlar.
Çünkü bu insanlar nereden geldiklerini, neden burada olduklarını ya da nereye gittiklerini bilemiyorlar.
Çünkü bunlar farkında olmadan amaçsızlığa teslim olmuş durumdalar.
Hayatın anlamını bilmiyorlar.
Yaşamlarını sorgulamadan ömürlerini tüketip gidiyorlar.