TÜM VATANSEVERLERE TARİHİ ÇAĞRI “TERÖRSÜZ TÜRKİYE” AÇILIMI
Türk Milletini Vatansız ve Devletsiz Bırakma Teşebbüsüdür!
Türk Milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık ve beka davasını, yüce milli menfaatlerini, Türk Milletinin yanında bölge insanlarının ve tüm insanlığın cihanşümul barış ülkülerini ve adilane bir dünya düzenini merkeze alarak; sözde 'Terörsüz Türkiye' teşebbüsü hakkındaki görüşlerimizi Milletimizin takdirlerine sunuyoruz.
Terörsüz Türkiye” Söylemine Nasıl Gelindi?
Cumhur İttifakı'nın ortakları AKP ve MHP'nin 'Terörsüz Türkiye' adını verdiği yeni açılım sürecinde terör örgütü PKK, 12 Mayıs 2025 günü kendisini feshettiğini açıkladı.
Sayın Bahçeli’nin DEM Partililerle tokalaşmasıyla 1 Ekim 2024’de başlayan bu tutarsızlıklarla dolu ve şeffaflıktan uzak süreçte, Bahçeli aynı gün yaptığı açıklamada “Yeni bir döneme giriyoruz, dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” demişti. Daha sonraki günlerde çağrısının dozunu artırmış, 22 Ekim2024’de Öcalan’a seslenerek örgütü lağvetme çağrısı yapmış, “umut hakkını” gündeme getirerek “ Teröristbaşı Öcalan’ın tecridinin kaldırılması” ve hatta “TBMM’de DEM Parti grup toplantısında konuşması” önerisinde bulunmuştu.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Cumhur İttifakı olarak yeni dönemde ülke meselelerini mümkün olan en geniş mutabakatla çözmeyi temenni ettiklerini” söyleyerek, başrolde Bahçeli’nin göründüğü yeni açılım sürecine destek verdiğini göstermişti.
Başlangıçta ikircikli bir görüntü veren DEM Partililer ise, daha sonrasında süreci memnuniyetle karşıladıklarını her halleriyle belli etmişler ve söylemlerinin dozunu giderek artırmışlardı. Sonrasında da İmralı’daki teröristbaşı ile heyetler halinde birçok kez görüşülmüş, İmralı adeta su yolu yapılmıştı.
Bu arada, bu yeni açılım sürecini tam anlayabilmek için süreçle doğrudan ilgili veya ilgisizmiş gibi görünen gerek Türkiye ve gerekse başta Suriye olmak üzere bölgemizde yaşanan olayları hatırlamakta fayda var: Ülke içinde Ana Muhalefet Partisi ve DEM Partili belediye başkanlarına yönelik operasyonlar, görevden almalar ve gözaltılar; tam da sürecin başlangıcında Ekim ayı içinde, sorumluluğunu PKK’nın üstlendiği Ankara’daki Türk Havacılık ve Uzay Sanayii AŞ (TUSAŞ) tesislerine bombalı ve silahlı saldırı, sürekli gelen şehit haberleri, medyada süreci allayıp pullayıp eşi görülmemiş bir barış girişimi olarak sunma çabaları…
Bölgemizde ise, 7 Ekim 2023’de Hamas militanlarının İsrail'e yönelik saldırısı sonrası İsrail’in başlattığı operasyonların Gazze’de bir insanlık dramına dönüşmesi, sonrasında bu saldırıların çevre ülkelere yayılarak devam etmesi, Hizbullah ve Hamas liderlerine yönelik suikastlar; Arap Baharı diye adlandırılan olaylara paralel Suriye’de 2011 yılında başlayan iç karışıklıkların, muhalif güçlerin 2024 Kasım ayı sonlarında başlattığı saldırılar sonucunda çok kısa sürede Şam’ı ele geçirmesi ve Beşar Esad’ın Suriye’yi terk etmesi ile 13 yıl sonra sonlanması…
Daha birkaç ay öncesi uluslararası arenada terörist olarak kabul edilen Hey'etuTahrîri'ş-Şâm'ın bir kurtuluş örgütü, daha önce takma ad kullanan Ahmed Hüseyin eş-Şara olan kişinin kurtuluş örgütü lideri olarak yeni Suriye rejiminin Cumhurbaşkanı ilan edilmesi, dün terörist olarak başına ödül konulan bu kişinin Batı ülkelerince devlet başkanı olarak ağırlanması…Ve İsrail’in Suriye’nin güneyindeki askeri tesisleri imhası ve adeta işgali, Suriye içindeki farklı silahlı gruplar arasındaki pazarlıklar…
Şüphesiz, bu zaman diliminde Avrupa’nın doğusunda devam eden Rusya-Ukrayna savaşı, Trump’ın seçimleri kazanması ile ABD’nin tüm dünya ülkelerini etkileyen politika değişiklikleri ve başlayan ticaret savaşları, yeni uluslararası ittifak arayışları…
Terörsüz Türkiye' İddiası ve Girişimi Türk Milleti İçin Ne İfade Eder?
Muhakkak, Cumhur İttifakı'nın ortaklarının 'Terörsüz Türkiye' adını verdikleri bu teşebbüs ve süreç, Türkiye ve bölgemizde asırlarca oynana gelen emperyalist oyunlardan, yakın tarihte hemen hepsi Müslüman ülkelerde icra edilen Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamındaki olaylardan ve dünyadaki uluslararası gelişmelerden ayrı düşünülemez.
Üstelik AKP’nin Milletimizin tarihi, toplumsal ve kültürel gerçeklerinden uzak bir anlayışla 2009'da “analar ağlamasın” sloganı ile başlattığı“ açılım” sürecinde yaşananları, PKK’nın güya silah bıraktığı yönünde açıklamalarına rağmen Güneydoğu Anadolu illerinde kazılan hendekleri, şehit olan Mehmetçiklerimizi, kısaca daha 10-15 yıl önce yaşadığımız sözde barış süreci rezaletini unutmadık.
Her şeyden önce belirtmeliyiz ki, yakın tarihte tanık olduğumuz ve “komşularla sıfır sorun” söylemi ile başlayıp uluslararası her alanda tüm taraflarla kavgalı hale geldiğimiz AKP iktidarının tutarsız ve yanlış dış politikaları, bu son vakada da Milletimizin duyduğu derin endişelerin en açık gerekçesi olmaktadır. Üstelik,'Terörsüz Türkiye' diye adlandırılan yeni açılım sürecindeki görüşmelerin Türk Milletinin ve kamuoyunun büyük ölçüde bilgisi dışında şeffaflıktan uzak olması son derece yanlış ve endişe vericidir.
PKK’nın 12 Mayısta açıklanan sözde kendini fesih bildirgesinde yer alan tarihi ve toplumsal gerçekler konusundaki tutarsızlıkları, çarpıtmaları ve safsata düzeyindeki iddiaları ve ifadeleri ayrıntılı bir değerlendirmeyi sonraya bırakarak; Türk Milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık ve beka davasını, yüce milli menfaatlerini, Türk Milletinin yanında bölge insanlarının ve tüm insanlığın cihanşümul barış ülkülerini ve adilane bir dünya düzenini merkeze alarak sözde 'Terörsüz Türkiye' teşebbüsü hakkındaki görüşlerimizi Milletimizin takdirlerine sunuyoruz.
Bölgemizdeki Gelişmeler, Emperyalist Güçlerin Hedeflerinden Bağımsız Değildir
Türkiye ve Osmanlı Devleti coğrafyasında günümüzde yaşanan uluslararası kavganın temelinde, aslında “Şark Meselesi” olarak adlandırılan Batılı anlayış olduğunu ifade etmek zorundayız. Bu kavram 19. Yüzyıl başlarında kullanılmaya başlandı, ancak ruhu itibariyle Batılı tarihçilerin de tespiti ile Avrupa Haçlı zihniyetinin ülküsünü teşkil eder ve çok daha eskilere dayanır.
Osmanlı Devleti ve onun devamı Türkiye Cumhuriyeti, Şark Meselesi zihniyeti içinde Batı’nın hedefini oluşturmuş; O’nu Osmanlı Devleti coğrafyasının kalbi Anadolu ve Balkanlardan geldiği yere kadar kovalamak veya imha siyaseti, Batı’nın adeta felsefesi ve bilinçaltı haline gelmiştir. Batı, bu yönde coğrafyamızda sürekli etnik ve azınlık gruplar oluşturmak suretiyle ülkemizi zayıf düşürmek ve parçalamak stratejisini sonuna kadar kullanmaktan çekinmemiştir. Bu zihniyetin ürünü olarak “Osmanlı tebaası olan gayrimüslimlerin himayesi”, “kutsal yerler meselesi”, “ekonomik imtiyazlar temini”, “kapitülasyonların genişletilmesi”, “Hristiyan azınlıkların bağımsızlık mücadelelerinin desteklenmesi”, “Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılması projeleri” Batılı devletlerin emperyalist politikalarının esaslarını oluşturmuştur. İşte “Bölücü Siyasi Kürtçülük” meselesi de aslında bu Şark Meselesinin bir sonucu ve parçası olarak doğmuştur.
Şark Meselesi, gerçekte bir ‘doğu sorunu’ değil, bir Avrupa sorunu, hatta Batı medeniyeti mensuplarının bakış açısı ile bir ‘Türk sorunu’dur. Bu anlayışla Batılı milletler Müslüman Türk milletini ve devletini siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel açılardan etkisi altına almak ya da yok etmek gayesinden tarih boyunca vaz geçmemişlerdir. İşte bu anlayışın sonucudur ki, Türklerin Avrupa’dan ve Anadolu’dan sürülerek Orta Asya’ya gönderilmesi meselesi, 20. Yüzyılda Mondros’la ve Sevr ile gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
Sevr’i geçersiz kılan Millî Mücadele, aslında yalnız Yunanlara karşı değil, aynı zamanda işgalci, emperyalist bütün Batı Dünyasına karşı da kazanılmıştır. Başka bir ifadeyle Türk Milleti, Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Sevr’i tarihin çöplüğüne atarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurarken, Batı Dünyası’nın “Türkleri Anadolu’dan atmak” amacını boşa çıkarmıştır.
Yirminci Yüzyılın başlarında, adeta yok olmuş bir imparatorluğun küllerinden yeniden doğan Türkiye Cumhuriyeti ve Osmanlı bakiyesi coğrafyada yer alan ülkeler, bu Şark Meselesi zihniyetiyle emperyalist güçlerin hedefi olmaya devam etmiştir. Bu zihniyet ve Beynelmilel Siyonizmin bölgemizdeki ortak amaçları yanında, jeopolitik ve jeostratejik konumu, başta fosil yakıtlar olmak üzere sahip olduğu zengin doğal kaynaklar ve ticari imkanlar, çağımızda da Türkiye ve bölgemizin emperyalist güçlerin ilgi odağı, çatışma ve müdahale alanı olmasına neden olmaktadır.
Nitekim, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yaşadığımız siyasi ve toplumsal olaylarda, ülkenin iç dinamikleri yanında bu dış emperyalist amaçların etkisi inkâr edilemez. Mesela, 1970’lerde yaşadığımız sağ-sol çatışmaları, mezhep temelli toplumsal ayrıştırma denemeleri, ASALAt erörüve nihayet 1984’den itibaren kukla PKK ile yapay “Kürt meselesi” ve PKK terörü başımıza bela edilmiştir.
İki binli yılların başında Amerika Birleşik Devletleri yönetimi tarafından açıkça ifade edilen Büyük Orta Doğu (BOP) Projesi kapsamında Kuzey Afrika’dan Afganistan’a kadar uzanan bir coğrafya, hatta Kafkasya ve Orta Asya ülkelerinin yeniden tasarlanması hedeflenmiştir. Her ne kadar BOP’un farazi bir proje olduğunu iddia edenler olsa da, Arap Baharı diye adlandırılan ve 2010’ların başında Tunus’ta başlayarak Fas, Libya, Cezayir, Mısır, Yemen ve benzer ülkelere yayılan, bazılarında yönetim değişikleriyle sonuçlanan siyasi toplumsal olaylar hafızamızda tazeliğini korumaktadır.
Arap Baharı adı verilen BOP dalgası 2011’de Suriye’de başlayan iç çatışmalarla Türkiye sınırlarına dayanmış ve hâlâ etkilerini yaşadığımız Suriye dramı yaşanmıştır. Demokrasi, özgürlük gibi sloganlarla başlatılan iç savaş, aslında İŞİD, Nusra ve benzeri taşeron silahlı örgütler eliyle yürütülen bir vekaletler savaşıydı. Bu vekaletler savaşının taşeronlarından birisi de PKK’nın Suriye’deki yapılanması olan PYD’dir.
PKK ve Benzeri Örgütler Emperyalist Güçlerin Kullanışlı Piyonudur
Görünen o ki, BOP kapsamında Suriye yeniden dizayn edilirken, Suriye’nin kuzeyinde sözde özerk kukla bir Suriye Kürdistan bölgesi amaçlanmaktadır. İleri tarihlerde Türkiye’nin Güneydoğusunda da benzer bir oluşum ile nihayetinde Büyük Kürdistan hayali kurulmaktadır. Bütün bunlar, Türkiye ve bölge ülkelerinin ve insanlarının menfaatlerini, huzurunu ve refahını önceleyen bir anlayışın değil “Şark Meselesi” ve paralelinde kurgulanan BOP ürünü emperyalist amaçların ürünü gelişmelerdir.
PKK ve benzeri örgütler emperyalist güçlerin kullanışlı piyonudur ve PKK rolünü, çatı örgütleri olan Kürdistan Topluluklar Birliği KCK’nın Suriye’deki yapısı PYD ile devam ettirecektir. Bu süreçte PKK terör örgütünün kendini feshettiğini duyurması bir aldatmacadan başka bir şey değildir.
PKK’nın Feshini İlan Etmesi Bir Aldatmacadır, Çatı Örgütü KCK Devam Etmektedir
PKK’nın feshinin, emperyalist güçlerin amacına hizmet eden kukla yapının faaliyetlerini tümüyle sonlandırması anlamına gelmediği açıktır. KCK çatı yapılanması altındaki ve Suriye PKK’sı niteliğindeki PYD, kontrolünde tuttuğu alanda fiilen bağımsız bir durumda iken ve yeni Suriye rejiminde kendine yer bulma girişimindeyken, nihai amacın kukla bir Suriye Kürdistanı ve sonunda Büyük Kürdistan olduğu bellidir.
Türk Milleti Antropolojik Etnisiteler Yığını Değil, ‘Millet’tir
Belirtmeliyiz ki, “Şark Meselesi” gerçekte nasıl bir ‘doğu sorunu’ değil de bir ‘Avrupa sorunu’, hatta Batı’nın bakış açısı ile bir “Türk sorunu” ise; “Siyasi Kürtçülük” ve benzeri etnisite temelli düşünce ve teşebbüsler ile bunların vücut bulmuş hali kukla siyasi ve silahlı örgütler de, Türk Milletini parçalamayı ve yok etmeyi amaçlayan, böylelikle Türkiye’yi ve bölgemizi sömürgeleştirmeyi hedefleyen kadim emperyalist politikaların parçasından başka bir şey değildir.
Geçmişi bin yıllar öncesine dayanan ve yaklaşık bin yıl öncesinde Anadolu’yu yurt edinmiş Türk Milleti, sadece kan ve dil esasına dayanmayan, birlikte yaşama iradesine dayalı olarak canlı bir ortak ülkü, tarih, kültür ve hukuk müktesebatı etrafında bir araya gelmiş, tüm mazlum milletlerin hamisi olan bir millettir. Ve Türk Milleti, antropolojik etnisiteler yığını değil, ‘Millet’tir.
Büyük Türk Milletine Çağrımız
Bütün bu gerçekler ışığında tespitlerimizin özeti ve Büyük Türk Milletine çağrımız şudur.
Dünyada ve bölgemizdeki gelişmeleri doğru okuyamayan iktidar ve destekçileri, gelişmeleri dış politikada sanki zafer havası aldatmacasıyla sunmakta, “Terörsüz Türkiye” söylemi ile de gittikçe zayıflayan iktidarlarının devamı için yeni bir tahkimat alanı açmaya çalışmaktadır. Dolayısı ile “Terörsüz Türkiye” söylemi ile başlatılan süreç ve terör örgütü PKK’nın kendisini feshettiğini duyurması bir aldatmacadan ibarettir.
Türkiye’yi ve bölgemizi yeniden düzenlemeyi amaçlayan emperyalist saldırıların bugünkü hedefi; binlerce yıldır bir arada kardeşçe yaşamış milletimizi parçalamak, birbirine düşürmek ve bu topraklardan sürüp potansiyel zenginliklerimize sahip olmaktır. Birliğimiz, dirliğimiz tehdit altında, vatanımız ve geleceğimiz tehlikededir. Sözde ‘Terörsüz Türkiye’ hayali ile Türk Milleti vatansız ve devletsiz bırakılmak istenmektedir.
Doğru tavır ve çözüm, Türkiye ve komşu coğrafyanın insanları olarak bu küresel istilacılara dur demektir. Tarihi sorumluluğun bize yüklediği görev budur. Büyük Türk Milletinin tüm unsurları, gelin hep birlikte bu emperyalist saldırıya dur diyelim.
AKP iktidarının, Cumhur İttifakının ortaklarıyla birlikte, siyasi ikballerini merkeze alarak, 50 binden fazla canımızın katili bir terör örgütü ile pazarlık yapması ve anlaşması kabul edilemez. Asıl görevi Türk Milletinin varlık ve beka davası olan bir iktidar, teröristi teslim alıp adalete teslim eder; emperyalist emellerin maşası terörist bir örgütün dayattığı şartlarda masaya oturmaz, bir sözde anlaşma yapmaz.
Emperyalist emellere ve bunların maşası terörist örgütlere boyun eğen bir iktidar, Egemen Türk Milleti’nin ve Egemen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hizmetinde değil, ancak emperyalist güçlerin projelerinin uygulayıcısı durumuna düşer.
PKK’nın fesih açıklaması, tarihi ve sosyal gerçeklerden kopuk, çarpıtmalarla dolu iddialardan ibarettir.
PKK’nın kuruluş gerekçesi olarak ifade ettikleri, Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası sonucu olarak Kürtlerin inkâr edildiği, yok sayıldığı, imha edilmeye çalışıldığı, asimilasyona ve soykırım politikalarına maruz bırakıldığı iddiaları koca bir yalandır. PKK’nın bunlara tepki olarak ve özgürlük iradesi olarak ortaya çıktığı iddiası tümüyle yalandır, safsatadır. Milletimizi ve Devletimizi haksız iddialarla suçlayan bu açıklamayı, kendisine meşruiyet arayışlarının bir kıvranışı olarak görüyor, tarihi ve sosyolojik gerçeklerin ışığında reddediyoruz.
Akıl, vicdan, hikmet ve insaf sahibi olan herkes bilir ki beraber tarih yazdığımız Kürt kardeşlerimiz dahil hiçbir Millet unsuru hiçbir zaman inkâr edilmemiş ve yok sayılmamıştır. Hele hele soykırım iddiaları ile Ermeni terör örgütlerinin dili ile konuşmaları, kaynaklarının aynı emperyalist merkezler olduğunu göstermektedir. Asıl hedefin Türkiye’nin bölünüp parçalanması, sözde bağımsız kukla bir Kürdistan hayali olduğu, PKK ve tüm siyasi uzantılarının beyanı ile apaçık ortadadır.
Hangi etnik kökenden, hangi boydan, hangi aşiretten olursa olsun; bu milletin fertlerinin tamamı ortak yaşama iradesine sahip kardeşler, bir ve bütün bir millettir. Hangi millet ve devlet, kendi milletinin unsurlarına ayrılarak yok olup gitmesine müsaade eder? ABD mi, İngiltere mi, Almanya mı, Rusya mı, Çin mi, hangisi?
Sevr’i hortlatmak isteyenlerin, Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyaca tanınan varlık belgesi Lozan Anlaşmasını tanımayanların sözü yok hükmündedir. Akıl vicdan sahibi ve Türk Milletinin varlık ve beka davasına inanan vatanseverlerce Lozan’ı tanımayanlara gerekli ders verilmelidir.
50 binden fazla canımızın katillerinin affedilmesine ve siyaset hakkı verilmesine müsaade edilmemelidir. Terörist örgütün silah bırakmayı Türkiye’nin terörist başı şahsa sağlayacağı imkanlar şartına bağlaması, terörist başının ‘umut hakkı’ndan faydalandırılması, demokratik siyaset hakkı tanınması ve tüm bunların hukuki güvenceye kavuşturulması talebi asla kabul edilemez.
Terörist başının uzunca bir zamandan beri dillendirdiği, sözde barış çağrılarının gerçekleşmesi için demokratik siyaset ve hukuki boyutunun tamamlanması talebinin; Sayın Bahçeli’nin TBMM’nde komisyonlar oluşturulması çağrısı ile aynı olduğunu Aziz Milletimizin dikkatlerine sunuyoruz. Hiç kimsenin karanlık vatan bölme faaliyetlerine TBMM’ni alet etmeye hakkı yoktur. Öncelikle müzakere edilen ve anlaşılan tüm hususların şeffaflıkla, Aziz Milletimize açıklanması gerekmektedir. Türk Milleti dışında herkesin bildiğini; Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu sahibi Aziz Milletimizin öncelikle bilmeye hakkı vardır.
Özellikle aziz şehitlerimizin anısına ve haklarına ihanete, şehit ve gazi ailelerinin canlarını bu kadar yakmaya hiç kimsenin hakkı yoktur.
Tüm Cumhur İttifakı bileşenleriyle AKP iktidarını, dünyadaki ve bölgemizdeki gelişmeleri değerlendirmede ve Türkiye’nin milli dış siyasetini belirlemede, Türk Milletinin varlık ve beka davasından taviz vermemesini ihtar ediyoruz.
Benzer şekilde dünyadaki ve bölgemizdeki gelişmeleri doğru okuyamadığını gözlemlediğimiz ana muhalefet partisini ve diğer muhalefet partilerini, sivil toplum kuruluşlarını ve Türkiye’nin vatansever aydınlarını, sahte “Terörsüz Türkiye” yalanlarına karşı uyanık ve karşı olmaya, emperyalist emellere alet olmamaya, Türk Milletinin birlikte var olmak inancına ve iradesine sahip çıkmaya çağırıyoruz.
Türkiye’nin demokratik ve meşruiyet çizgisinde hukuki, ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel ve ahlaki alanda yeniden bir Milli Mücadeleye ihtiyacının zaruret olduğu tarihi günler yaşıyoruz. Gün hangi görüşten, dinden, etnik kökenden veya mezhepten olursa olsun; tüm farklılıkları bir kenara bırakarak bütün vatan, millet, bayrak, devlet sevdalılarının bir ve beraber olma, ortak hareket etme günüdür. MİLLETİM UYAN!