Geleceği geride bırakmış, geçmişe yol almaya çalışan bir gemideyim.
Tüm dünyanın gerçeklerini bir kenara bırakıp hayatın gerisine doğru akıp giden bir gemi bu.
Mutlulukların, gerçek dostlukların, büyük aşkların bir film şeridi gibi geçtiği yaşanmışlıkları geri getirmeye uğraşan bir geminin beni alıp, özlemlerime götürdüğünü hissettiğim yerdeyim.
Acaba şu an ki zamanda değil miyim diye soruyorum kendi kendime?
Geçmişte gördüğüm rüyalarıma gidiyorum, hayallerime, belki de gerçekten yaşamaktan en çok hoşlandığım anlara doğru yolculuk etmeye çalışıyorum. Derinlere doğru indiğimi hissettiğim, karanlıkla karışık bir aydınlık zamandayım…
Yalnızlık bulutlarına esir olmuş yüreğim, geçmişteki hayallerime tutunarak yaşamaya çalışan duygularım, özlem bulutlarının yağmura dönüşmesini bekleyen kaygılarımın ortasındayım.
Aslında herkesin hayatında, kaçıp gitmek isteyeceği kendini güvende hissedeceği bir gemisi vardır değil mi ?
Sizi bu diyardan alıp götüren, şu an ki zamanın dışına çıkararak geçmişin yolculuğuna revan eden mis gibi deniz kokusunu içinize çektiğiniz, martıların hayran bakışları arasında dimdik ilerleyen bir gemi. Sıradan bir gemi değil bu… hislerimizin olumlu çağrışımları ile beslenen, mutlulukların dağ gibi biriktiği bir zamanda yanımızda, ama farklı bir zamanda.
Bizler şu an ki zamanı yaşamaya çalışırken o tam tersini yaşıyor.
Bizim halihazırda yaşadığımız zamanın gerisinde kim olacağımızı arıyor; yani bizim zamanımız yüksüz, ne geçmiş ne gelecek.
Biz ona farkında olmadan bazı sinyaller ve takip edeceği yolun izini sürmesi için işaretler bırakıyoruz o ise bu işaretleri toplayarak geçen zamanın kıymetini anlatmaya çalışıyor bizlere.
Bu durumu akıp giden zamanda anlamak çok zor geliyor insana, çoğu zaman yaşadığımız anı mutluluğa çevirmek hiç aklımıza gelmiyor.
Oysaki üç günlük Dünya…
Bir daha o zamanların gelemeyeceğini anladığımız zaman, gemimiz geçmişteki güzel sahnelerden aldığı güçle bir yolculuk başlatıyor.
Dalgaların en yüksek olduğu; ama sessizliğin gücü ile o büyük dalgaların kırıldığı, duygularımızın içerisine hapsolmuş umutların yeniden filizlendiği, yağmur sonrası kokan toprağın güzelliğine dönüştürüyor içimizdeki umutsuz zamanları…
Yaşanmış güzel hislerimizin ana temalarını not alıyor; bir kenarda mutlulukların en saf halini ayırıyor.
En yorgun anımızda, geçmişte umutlara yolculuk etmek istediğimiz anları yakalıyor, bize refakat ediyor.
Bu durum mutluluk denen şeyin yalnızca zaman ile ilgili olduğunu anlatıyor bana. Evet bu hayatta sanırım en önemli şey zaman. Zamanı geriye almaya çalışan bir gemi, yaşadığımız anı en iyi değerlendirdiğimizde o gemi bizi yine kendi zamanına götürmeye çalışacak. Belki bir müzikte, dostlar ile sohbette veya doğada, çünkü hayat yalnızca hissettiklerimiz ile güzelleşiyor ve bu his dediğimiz duygu, yaşadığımız zamanın içinde hep aynı formatta olmuyor; bazen dağınık düşünceler ve hırpalanmış duyguların içinde yaşam mücadelesi veren yüreğimizin, geride kalan zamanı anlaması ve bize yaşattığı hayalleri yeniden o gemiye yüklemesi mümkün olamayabiliyor.
Peki sonuç?
Unutmayalım! Kaçsak da bizi her zaman kovalayan bir geçmiş ile aynı zamanı yaşıyoruz.
Bu hayatta Kimseyi kırmamak üzmemek lazım, yeniden başlamak için bahanelerimiz olmalı.
Yaşamak yalnızca bugünden ibaret değil, mesele bir gemi sahibi olmakta değil, mesele gemimizin üzerinde taşıdığımız hoşgörü ile örülmüş yaşanmışlıkların varlığı, geleceğin ise umut tohumları ile oluşacak sevgi bağları.
Zamanı doğru kullanalım ki hep iyi hatırlayalım geçmişi.
Bizi umutlandıran, sevindiren, sevmeyi amaçlayan bir hayat kuralım kendimize.