Kendi olma çabasındaki her insan için hayat, maddi ve mânevi boyutlarıyla varlığın dayanağı olan bir bahçe gibidir. Sözleriyle hayatın, daha doğrusu hayat bahçesinin solmayan ve kokusu tükenmeyen adını Edebiyat kütüğüne nakşetti Nurkal KUMSUZ… Bahçeli deneme kitaplarının dördüncüsü olan yetmiş dört sayfalık bu kitap şahsı adına LÂÇİN YAYINLARI’nın 66. kitabı olarak çıkmış (2004) ve hayatın bahçıvanlarına, yani bizlere o bahçenin rengini, kokusunu sunmuştur…
Yaşama Sanatı ile elimizden tutup; hayatın duraklarında insan rûhundaki hazineyi temâşa ettiren, arzularımıza inat gün geçtikçe kısalan ömrümüzün “Yaşamak Hakkı”nı hatırlatan, bakışlarımızın dokunmadığı iklimlere bir türkülük zaman içinde insanlığı bir dâvûdî ses olmaya davet eden, zaman zaman insanlığın yüzündeki maskeleri sıyırarak hayatın hiçliğini korkularımızın kırbacı yaparken, bir an için umutsuzluğa düşebileceğimiz endişesiyle mâlum politikacının “…..öyleyse nehir de getireceğim.” Şeklindeki güven duygusunu insanımıza aşılamaya çalışan gerçek bir CAN SERİNLİĞİ olmuş bir kitap Hayat Bahçesi… Dahasında; mezar taşlarından özlemlere, fıkralarımızdan sanatın çeşitli dallarına, vefâdan ahlâkî değerlere, sahte yakınlıklardan güzel insanlara, Züleyha’nın gözlerindeki alevden çıkıp da mısralaşan şiire dair ne ararsak bulabiliriz. “derde devâdan gayri” dizesini bile hatırlamadan tabi ki…
Değerli araştırmacı- şair Sayın Abdullah Satoğlu bir anısını şöyle anlatmıştı bana; “1980’li yıllarda Osman Kavuncu ile ilgili kitabım çıktığında satışı için bir dosta 50 adet kadar bırakmıştım. Git zaman sonra kitaplar bir çocuğun eliyle geri döndü. Kitapları tek tek saydım ki 49 adet. Eh! Hiç değilse içinden bir tanesi satılmış diye söylenirken kitapları getiren çocuk; Hocam kitaplardan bir tanesi kaybolmuş, özür dileriz” demez mi?..
Ben fazlaca bir söze gerek duymuyorum bu noktada… Ve işte toplumumuzun içler acısı resmi diyerek başköşeye asıyorum bu tabloyu(!) Yazarımız Nurkal Kumsuz da bu örneğin –biliyorum ki- onlarcasını yaşayan bir gönül dostu, bu bahçelerin vefâlı bahçıvanı… Her okuyucusuna bir hayat bahçesi hazırlarken yüreğinin en derinine –maddi ve manevi- nice dikenlerin battığına yakından şahidimdir. Fakat yine de hiç bir olumsuzluk yıldıramamıştır onu. İçinin derinliklerine çektikten sonra, bulutlara doğru üflediği sigarasının dumanına mahmur gözleriyle bakarken okumayı bir türlü sevemeyen toplumumuza bir kez de Necip Fazıl’ın: “Acaba tütsü yaksam/ Görünür mü yüzünüz/ Acaba tütsü yaksam…” dizeleriyle seslenir.
Ben burada saygıdeğer öğretmen, usta yazar Nurkal Kumsuzu bu hummalı çalışmalarından dolayı kutluyorum. Kitabın teknik açılımını bu işin üstatlarına bırakırken toplumumuzun kısa bir zaman sonra “çok okuyan” saflarına geçeceği ümidimi hemşerim Everekli Seyrâni’nin şu dizesiyle kuvvetlendirmek istiyorum müsaadelerinizle: “Divan atı olur/tay gide gide…”