T Ü R K Ü L E R İ M İ Z
"Türk’e has şarkı.."
--------------
Ali Rıza Navruz
Hele şu “Kağızman’a ısmarladığım nar” bir gelsin bakacağız sonrasına. Bir de şu “gümüş kemer” ince bele dar gelsin… Kağızman’dan ne zaman nar gelir, o gümüş kemer ne durumda ince bele dar gelir? Bunların muhasebesini yapmak bile gereksiz aslında. Ama isterseniz şöyle, üstünkörü bir geçiş yapalım türkü tadında. Bu türkünün Erzurum’a ait olduğu söylenir genellikle. İçerisinde Kağızman sözcüğü geçiyor diye Kars yöresine ait olduğu da ispatlanmaya çalışılır Kars halkı tarafından. Şimdi eğri oturuyor olsak da doğru konuşalım. Erzurum’da olsa olsa nar değil, kar olur. Öyle ise narın olmadığı bir yerde bu türkü nasıl Erzurum’a mal olur? Öyle olunca da Erzurum’dan Kağızman’a nar ısmarlama işi de zora giriyor bir yerde…
Diğer taraftan şöyle de düşünülebilir; evet bu türkü Erzurum’a aittir. Hâmile olan ve nar meyvesine aşeren karısına, adam kabzımaldan nar ısmarlamıştır. Kabzımalın ne olduğunu söylemeye gerek yok! Sonrasında bu kelime kullanıla kullanıla yanı, beli bozulmuş ve Kağızman’a dönüşmüştür. Bu da bir ihtimal değil midir?
Kars ve çevresinde rakımın çok yüksek olduğu ve bahar aylarında meyvelerin don giydiği düşünülürse narın buradan ısmarlanması ihtimâl dışı bence. Bilinen odur ki Kars’ın en meşhur meyvesi Nahcivan’dan gelen bahçıvan Selesker Şerif imzalı “uzun elma” meyvesidir. Nar mı? Ihhhhhhhhh!.. Gümüş kemer mi? Hı hıııııı..! Ya ince bel? Heh heh heeeeeh!..
“Kağızman’a ısmarladım nar gele,
Gümüş kemer ince bele dar gele"
Mesele; türkünün nereye ait olduğu değildir. Mesele o olsa; gider Edremit'e Erzurumlu Muharrem Akkuş Hocaya sorar, işin aslını astarını öğrenirdik. Mesele; Kağızman’da narın yetişip yetişmeyeceği de değildir. Anadolu insanının yüreğini türkülere dökerek; gerektiğinde sevincini, gerektiğinde de hüznünü bu kanaldan paylaşmasıdır… Adam, karısının nar istemesiyle onun hamile olduğunu, aşerdiğini anlıyor ve bir yerde de bu sevincini çevresiyle paylaşmış oluyor. Bu arada gümüş kemerin ince bele dar gelmesi de eşinin hamile oluşunun söylemidir sükût diliyle…
Genel anlamda türkü konusunda Şemseddin Sami aynen şöyle der: “Türk’e has şarkı!” Bu ince ifadeden sonra “Türk’ü anlamak için türkü dinlemenin gerektiğine” inandım ben şahsen. Öyle ya, Türk’e has, onun özellikleriyle müşahhas bir tarif var ortada. Ve de bir gerçek! O türkülerimiz ki; kâh karasaban peşindeki yanık bağırlı delikanlının söyleyemediği sözler olarak dudaklardan sazın tellerine dökülmüştür çığlık olarak. Kâh ise çeşme başından gül alan genç bir kızın yüreğindeki gümân dökülmüştür. Şair Bedri Rahmi diyor ki; “belki çoğunun altında bir imza yoktur bu türkülerin.” Evet yoktur! Hangi yöremize ait olduğu da çoğu zaman bilinmez. Ama gel gör ki; türkülerimizin içinde koskocaman yürekler var, o yüreklerin kanayan yanları var! Bütün bunlar varken ey dost; Kağızman’da nar olmuş, Erzurum’da kar olmuş ne yazar?!
Ne dumanı var ne de rotası türkülerimizin, kendi yolunu kendi çizer ve akar gider gönülden gönüle. “Heeeeey, sen kimsiiiin” diye seslensem arkasından, herhalde der ki Pir Sultan diliyle: “Bir güzelin aşığıyım erenler.” Ve ardından devam eder:
“Ak gül olsam al yanağa sokulsam
Gül âb olsam ak yüzüne saçılsam
Kölen olsam pazarlarda satılsam
Kölem deyu ak sinene sar beni
Pir sultan abdal'ım gamzeler oktur
Hezaren sinemde yaralar çoktur
Benim senden özge sevdiğim yoktur
İnanmazsan ol Allah'a sor beni”
Türküde korku yoktur hiçbir zaman. Kalkar saraylara bile gider ve padişahlardan fermanlar getirir. Ki; “herkes sevdiğine sarılsın deyû.” Seherlerden sonraki kuşluk zamanları olur ya hani, türkülerimiz işte tam o vakitlerde dostun ellerine düşürür bizi, yani geç bırakmaz! Eğer türkünün kulağına eğilir de geç kaldığınızı söylerseniz ona, Veliyüddi’nin (Agâhi) aşk atına bindirir ve sürer o visal yoluna…
“Bir kez daha söylemek için delirdiğimiz” şeyin adı türkü ise –ki; öyledir- bu türküleri yazanlar, çizenler, söyleyenler, bizlere ulaştıranlar ve dilimize pelesenk edenler sağ olsunlar, var olsunlar! Bu türkülerimiz olmasaydı söylemek isteyip de söyleyemediklerimizi nasıl ulaştırırdık ki karşımızdakine? Romantik akımın şairi, romancısı koca Victor Hugo’nun bir sözü vardı bu konuda; meâlen şöyle: Ortaya türkü koyanlar, anayasa yapanlardan çok çok daha önemli kişilerdir…” Şimdi “buyur burdan yak” deseeeeeeem!..
Burada Sivas Divriği ilçemize bir kulak vereyim de Muzaffer Sarısözen kaynaklı bir türkümüz son sözüm olsun efendim:
“Bilmem bu feleğin bende nesi var;
Her vardığım yerde yar ister benden.
Sanki benim mor sümbüllü bağım var,
Zemheri ayında gül ister benden.”