Kur'an, bilgiden ziyade esasında bir bilinç kaynağıdır. Epistemolojiden ziyade ontolojiye dahildir. Yani bilgi kaynağı olmaktan ziyade, bilgiye ulaşacak olan insanoğluna hitaptır.
İnsanı çevresine tepki vermeye cağırır. Onda "Allah şuuru" (takva) uyandırarak hayat yolculuğunda birlikte yürümeye davet eder. Bu şuur uyandıktan sonra bilgiye insan kendisi ulaşacaktır.
BİLGİ İSE BÜTÜN VARLIĞA SAÇILMIŞTIR
Tarih, tabiat ve hayat... Bilgi bütünüyle tek bir kişiye veya bölgeye inhisar edilmemiştir. İnsana düşen bunları aramak, esaslı bir hakikat arayışına girmek, tarihin, tabiatin ve hayatın neresinde ise bulup ortaya çıkarmak, Çin'de de olsa gidip almaktır.
KUR'AN
sınırlı sayıda bilgi verdiği yerde bile esas itibariyle şuur oluşturmak istemektedir. KUR'AN'ın yazılı bir metin olarak, tekrarlı, kesintili, vurgulu ve dalgalı akışında bunu görmek mümkündür. Esasında KUR'AN, deruni dile ve canu gönüle yönelmiş bir hitabettir.
KUR'AN
İnsanlığa hiç duyulmamiş yepyeni şeyleri getirmez. Bilakis bilindiği halde uygulanmayan, o çok bilenen fakat oralı olunmayan, çeşitli sebeplerle savsaklanan, her insanda fıtraten var olan insanlık vicdanını (basairunli'n-nas) uyandırmak ister (45/20). Uyanan vicdanın hayata yansımasını bekler;
İyilik güzellik doğruluk dürüstlük sevgi saygı söz namus adalet erdem vefa dostluk kardeşlik çömertlik yiğitlik mertlik gibi temel insanlık değerleri (hablu'n-nas) üzerinde ısrarla durur (3/112) ve sürekli olarak bunları talep eder. Bunları aynı zamanda ALLAH'ın ipi/yolu/değerleri ( hablullah) olarak vazeder
KUR'AN MELHEM OLMAK İSTER
Yardım eder, aptalca bir yanlışlığa düşmememiz için bizi uyarır. ALLAH kavramının peşine düşürerek, her şeyden bağımsızlaşmamızı sağlar. Böylece bizi her tür batıl bağımlılıktan kurtararak özgürleştirir. Bu anlamda Kur'an işaret parmağı gibidir. Bilfiil, bizzat ve HEMEN ŞİMDİ işaret ettiği yöne gitmemizi ister, işaret parmağının kendisi ile ugraşıp durmamızı DEĞİL …
AZ SÖZ HOŞA, ÇOK LAF BOŞA GİDER
“Ağzınızdan bir söz çıkmaz ki, yanınızda onu kaydeden bir gözcü bulunmasın”kaf 18..” Demeye gerek yok,haddinden fazla konuşuyoruz hem de başkalarının yalan ve yanlışlarını konuşarak boş ve yanlış konuşmalarla günaha giriyoruz.İşin ilacına geçelim. Çare Kuranda.
EY İMAN EDENLER! SİZE BİR FASIK BİR HABER GETİRDİĞİ ZAMAN ARAŞTIRIN
O halde çok konuşma iptilasından kurtulmak için biraz durma ve düşünme egzersizi yapmalıyız. Onu yaparsak düşünüp konuşmaya alışırsak hatamızı kabullenip nefsimizle yüzleşme erdemine yükselmiş oluyoruz.. “çeşme—i insaf gibi akile mizan olmaz….kişi noksanın bilmek gibi irfan olmaz”..İlk adımı atmak zor ama azmedip karar verildikten sonra Allah’ın izniyle kendimize ve özellikle ağzımızın fermuarına iradi bir hakimiyet tesis edebiliriz.
Arkadaş grupları arasında bu şekilde “Kesreti kelam hastalığı”na tutulanlar hakkında falan arkadaşımız mikrofonu aldımı bırakmayı bilmiyor arkadaş …tarzı sitayişleri sık sık duyarız. Çok konuşmak insanın vekarını, izzetini minimum seviyelere çeken bir sui ahlaktır.
Kişi dilini Allah’ının zikriyle meşgul edip onun muhabbetini kazanırsa ve buna devam ederse, ağzından çıkandan giren helal haram lokmadan sorumlu olduğu gibi sorulacağını bilirse, ağzından inci gibi güzel sözler çıktığında ağzımızla birlikte halk nazarındaki itibar ve yeni deyimiyle karizmamızı yukarı seviyelere çıkaracaktır.
Daha da mühim ve güzel olanı asıl hesap verecek olduğumuz rabbi zülcelali bizi izleyen onun hafaza meleklerinin iletecekleri sevaplarımızla razı etmiş olur ve defterin verildiği, sevapların tartıldığı ahiret menzillerinde faydasını bizler göreceğiz inşallah.