Çoğu insan güçlü olmak ister. Şan, şöhret, şatafat, otorite, ünvan, para vs. Tüm bunlar beraberinde güç getirdiği için insanlar (istisnalar hariç) küçülmeye müsaitse anında balıklama atlar. Unutmamak ve bilmek gerekir ki, insan olmanın cazibesi davranış biçimi, aldığı eğitim, okuduğu kitap ve gezip-gördükleri ile bütünlük kazanır. Asgari düzeyde olsa bile aldığı eğitim ve en önemlisi aileden gördüğü terbiye, sorumsuz davranmasına, ağzına geleni konuşmasına, seviyesizleşmesine ve aynı zamanda bir başkasının adına karar vermesine engel teşkil eder.
Liyakata bakılmaksızın birisine tahsis edilen koltuktan güç alan insana önem verilen toplumlarda, yalakaların tamamı güçlü olana biat ederler. Güçlü olan, gücü nerden elde ettiğine bakmaz, gücü elinde tutmak için her yolu mubah sayar ve insan olabilmenin cazibesini terk eder. Hileyle, sahtekarlıkla, kanun dışı yollarla, ya da yasalar müsait olsa bile etik kuralları görmezden gelerek, güçlü olmayı şeref olarak algılarlar. İnsanları hayvanlardan ayıran en büyük özelliği düşünüyor olabilmelerinin yanında, asıl önemli olanı yalan söyleme ve aldatma yeteneğinin çok iyi gelişmiş olmasıdır. Hayvanlar yalan nedir bilmez onlar, yaratılış özelliklerinde kandırmak da olmadığı için, başlarını yastığa koyunca günün muhasebesini yapma ihtiyacı duymazlar. Hele ki toplumun bir kısmını veya tamamını yönetme yetkisi almışsa, ne konuştuğuna, nasıl davrandığına, verdiği sözleri yerine getiriyor mu, sözüne sadık mı, emin mi bilinmelidir. Toplumun çıkarlarını kendi çıkarlarından önde tutmalarına ve kamu kaynaklarını kullanırken bin defa düşünmelerine insan olmanın cazibesi ve devlet adamlığı denilebilir.
İnançlı ve dindar olmak insanın sadece kendisini ilgilendirir, bir başkalarının inançsız, ateist, deist olmaları da kendilerini ilgilendirir. Fakat ahlaklı ve dürüst insan olmak toplumun her kesimini ilgilendirir. Hele ki devleti yönetme makamına yükselmiş insanlar adil olmak, haram yememek, kamu malına el sürmemek ve tüm insanların hazine kaynaklarından eşit bir şekilde yaralanmalarını sağlamak, insan olmalarını ve aldıkları yetkiyi layıkıyla yapmalarını zorunlu kılar. Bulunduğu makamı ve makama tahsisi edilen tüm araç ve gereçleri de ailesine tahsisi etmemesi, şayet maiyetinde böyle sorumsuzca davrananlar varsa derhal gereğini yapıp görevden alması gerekir. Devlet adamlığı, halkı kandırabilmek için ve gözünün içine bakarak her uzatılan mikrofona çocuklarımın kursağından bir lokma haram geçirmedim diyenleri de incelemeye tabii tutup, yüce yargının kucağına atmalıdır. Bir siyasetçi, bir bürokrat, bir yerel yönetici aynı cümleyi sürekli tekrar ediyorsa ondan şüphe duymak ve mal varlığını bir araştırmak gerekmektedir. Aslında kim kimin ne olduğunu biliyor ama susuyor, benimki de işgüzarlık.
Önümüzdeki hafta okullar açılacak, birçok ailenin okul giderlerini karşılamakta çaresiz kaldıklarını biliyor ve okuyorum. Devasa karlar açıklayan Bankalar okul masrafını karşılayabilmeleri için velilere düşük faizli kredi verecekmiş ve öğrenciler okullarına huzur içinde başlayacaklarmış. Genelde Devlet ve Bakanlık, yerelde Belediyeler ve Sivil Toplum Kuruluşları, devasa bütçelerinden pay ayırsalar da aileleri Banka Faizine bulaştırmasalar olmaz mı? “Nas var nas” Faizde neymiş. Veya bir diğer seçenek, birçok Bakanlığın bütçesinden daha fazla bütçeye sahip olan Diyanet İşleri Başkanlığı bu Cuma Camii-lerden toplayacakları parayı, ihtiyaç sahibi çocukların ihtiyacını gidermek için kullansa, Yüce Yaradan hayırlarını kabul etmez mi? İlle de Kuran kurslarında okuyan öğrencilere ve nereye harcadıklarını bilmediğimiz yerlere mi harcamaları gerekmektedir.
“İnsanlığa, doğaya ve diğer canlılara sevgi besleyenler, insan olmanın cazibesine kapılanlardır.” Faruk Ergan