O, mezarları hiç büyümeyecek kundaktaki bebeklerin,
O, ölümün ne olduğunu henüz bilmemiş, sınıftaki sırası boş kalmış, yarının öğretmeni, örgülü saçlı kızların, büyüyünce pilot olmayı düşleyen oğlanların…
O, hülyalarını ıslanan yastıklara söylemiş gelinlik kızların…
O, sevdası, anasının ak sütü kadar ak, kaytan bıyıklı dal gibi, fidan gibi yiğitlerin…
O, beli bükülmüş, dudaklarının kıpırtısı hiç durmamış, ibadet dirisi, dedelerin, ninelerin…
O, ailesi için saçlarını süpürge etmiş ablaların, sabahın köründe aile nafakası için yollara düşmüş, eli nasırlı, gözleri helal kazançlı ağabeylerin…
Ah’ı… Ah! O dağları, taşları, kurtları, kuşları bile inim inleten, tir tir titreten, göklerdeki ak bulutları bile sırılsıklam, bardaktan boşanırcasına ağlatan ah’ları…
Feryad-ı Figanlarının ah’ları…
Gözyaşları yağmurla.
Ciğerinize kan gibi, düşecek, kor ateş gibi cayır cayır yakacak, dağlara söylese dağları paramparça edecek ah’ları var ya…
Eğer birazcık insani duygularınız hâlâ kalmışsa,
Eğer birazcık vicdani suçluluk duygularınız, hâlâ insani açıdan “ Suçluyum” diyebiliyorsa,
Eğer merhamet sahibiyseniz, yok olan dört kişilik, beş kişilik, on kişilik bir aile ile empati yapıyorsa…
Daha gebermeden,
Daha sadece ölümün acısını, kan-ter içinde kalmış yatağınızda tatmadan,
Daha can boğazdayken, siz hırıltılar içinde, feryadınızı kimseler duyamazken, Lokman Hekim bile size sadece asprin verirken…
Üç-beş sene ile mapushane avlularında volta atmaktan yırtarken…
Milyon türlü pişmanlıklar içinde;
Yanacaksınız.
Cayır, cayır. Akkor ateşler içinde. Döküm potalarında eriyen madenlerin su gibi akışkanlığı içinde…
Yandıkça yanacak, yandıkça yanacaksınız ki…
Bir daha, bir daha. Daha da, daha da, yetmez biraz daha, biraz daha fazla, en fazla.
İlahi Mahkeme’deki yargılanmanız hariç.
Tüyü bitmemiş yetimin hakkını hiç utanmadan, hiç sıkılmadan, Allahtan korkmadan, iri, kıllı çalar ellerinizle, elli kilo inşaat demiri karşılığında yediğiniz için.
İmdadı duymakta sağır sultandan beter olan, 7,1- 7,6 rakamları yaşadıkları sürece yakalarından düşmeyecek geç kalan efendiler, ağalar, beyler.
Nutuk atmakta, kameralar önünde boy göstermekte, bol bol üfürmekte, salya sümük, timsah gözyaşları dökmekte usta, kaplumbağa hızı içindeki efendi ağalar…
Mahkeme-i Kübra sizi bekliyor.
53537 Şehit… Kevser Irmağı’nın, ölümünden habersiz kızları, kızanları, çocukları.
On binlerce yaralı. Yaraları, yara bantı ile kapatılmış yaralı.
El yok, kol yok, bacak yok
Taşların arasında kızının elini tutan babanın dağ gibi yalnızlığı, dağ gibi kimsesizliği, en büyük babasına kahır dolu sitemi.
Haykıramadığı sitemi. Yalnızca bakışlarıyla bir şeyler söylemek istediği sitemi.
On bir şehir, yüzlerce kasaba, köy, mahalle, evler, dükkânlar…
Sizleri bekliyorlar taş olsalar da, ağaç olsalar da, toprak olsalar da.
Sizleri bekliyorlar ki en büyük, en adil hâkime, deniz suyu gibi olan bir türlü doymak bilmeyen, bir türlü kanmak bilmeyen ihtirasınızı şikâyet ettikleri için.
Kaybetmekten korktuğunuz koltuklarınıza istediğiniz kadar bileklerinizi kelepçeleyin,
Gelecek, bir gün gelecek ki bu kıyamet de olsa.
Çaldığınız demir, çaldığınız çimento, dikine karton şehirler sizden öyle bir şikâyetçi olacak ki…
Biliyor musunuz size acıyorum bu denli rahat, bu denli mutlu olduğunuz için
Keşke acının merheminden birazcık yüzünüze sürebilseydiniz ar niyetine.