Ne olursanız, nerede olursanız, kimle olursanız olun önce edep, önce edep.
Bu sizin insani borcunuz, göreviniz.
İnsana, insanca sizden beklenen davranış.
Geçenlerde Şeref Malkoç’un hatıralarını okurken bir anısı, yapılan iğrenç hareketten de, yapandan da insani olarak tiksindim.
Şöyle anlatıyor Malkoç ki, eminim siz de objektif baktığınız sürece hak vereceksiniz:
"Nisan 1998'de Erbakan Hoca telefonda bana, 'Ankara emniyetinden polisler beni almaya geldiler' dedi.
'Hocam nasıl olur, siz başbakansınız, evinizde 10 koruma var. Size bunu nasıl yaparlar?' deyince 'Hemen gel' dedi.
Balgat'taki konutuna gittim.
Elleri silahlı polisler evi kuşatmışlardı.
Amirleri ile görüştüm, 'emir var' dediler.
Hemen Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne gittim.
Emniyet Müdürü Cevdet Saral'a 'Bunu nasıl yaparsın?
Sen Erbakan hocayı, bir başbakanı nasıl polise aldırırsın?' diye sorunca kendisi bana bunun savcı Nuh Mete Yüksel'in talimatı olduğunu söyledi.
Emniyet ve hükümetle görüşüp polisleri konuttan geri çektirdik."
Devam ediyor Malkoç ki, şimdiki daha vahim, daha yüz kızartıcı, utanç verici:
"28 Şubat'ta olan bir olayı anlatacağım. Bunu bir Hasan Gül bir de ben bilirim.
İsmail Hakkı Karadayı, Çevik Bir, Tansu Çiller, Süleyman Demirel ve Erbakan Hoca bir toplantıya girdi.
28 Şubat postmodern darbesi öncesi Milli Güvenlik Genel Sekreterliği'nde son toplantıydı.
Saat 10'da toplantı başladı. Saat, 13.00'a kadar sürdü.
Öğle ezanı okundu.
Çiller'e, yanındakiler kuşburnunu hazırlıyor.
Demirel'e, yanındakiler ilacını hazırladı.
Onlar tedbirli gelmişti.
Bizde ne çanta ne de başka bir şey var.
Hasan Gül bana, "İbrahim, Hoca kesin abdest almaya çıkacak" dedi.
Havlu, terlik hiçbir şey yok. Mola verdiler. Hoca, kan ter içinde kalmış.
Erbakan Hoca, Hasan abiye, "Hasan bana bir abdest aldırın" dedi.
Koca Başbakanı aldık, asker tuvaletine götürdük.
Ben, rahmetlinin ceketini aldım. Havlu kâğıtlarını hazırladım.
Merhumun biraz kilosu vardı. Askeriyenin lavaboları yüksekti.
Bacağını zor kaldırıyordu.
Hasan müdür, Erbakan Hoca’nın koluna girdi, tam sağ ayağından abdest alırken, içeriye Genelkurmay Başkanı girdi.
İ.H.K, alaycı bir tavırla ve uygun olmayan bir görüntü ile sordu:
"Hoca, abdest mi alıyorsun?"
Erbakan Hoca da ayağını indirdi ve "Evet, abdest alıyorum" dedi.
Başbakan Erbakan'ın karşısında pisuara gülerek aşağılayıcı bir şekilde küçük abdestini yaptı.
Çok çirkin bir görüntü yaşandı.
Ülkenin genelkurmay başkanının Başbakana yaptığı saygısızlığı asla unutmadım.
Erbakan Hoca abdestini yeni baştan almaya başladı.
Abdest tazeledi, Hoca ayakkabısının arkasına bastı.
"Nerede namaz kılacağız" dedi.
Bu ülkenin Başbakan'a askeriyede namaz kılacak yer arıyoruz.
Bu duruma bakar mısınız?
Bir Astsubay, Erbakan Hocanın namaz talebini duyunca "Aman Ç.B. görmesin" dedi.
Astsubay, "Benim odamda seccade var. Orada gizlice kılabilirsiniz" dedi.
Erbakan Hocayı namaz kılarken kimse görmesin diye adeta her şeyi yaptık.
Erbakan Hoca, öğle ile ikindiyi cem etti."
Allahaşkına saygısızlığa bakar mısınız? Bir ülkenin başbakanı kim olursa olsun, inancı ne olursa olsun şu yapılacak şey mi? Peki, şimdi ne oldu?
Nerede ve neden söndü o göz kamaştıran, üstelik koskoca Türk Devleti’nin verdiği yıldızlar?
Siz nerelerdesiniz?
Hoş sâda bıraktınız mı?
Hâlâ itibarınız var mı?
Ben söyleyim: Yıldızları kullandığınız için hâlâ nefretle hatırlanıyorsunuz.
Üstelik sadece kitaplarda.
Bin yıl sürecek faşizm erken bitti.
İşte gerçek:
Hiçbir şey sonsuza kadar değil.