Çocuk tecavüzlerinin, kadın katliamlarının, benzeri cinayetlerin önüne geçilemiyorsa yadırgayacak, şaşılacak, celallenecek, bir şey yok.
Herkesin başına bir polis, bekçi dikemezsiniz.
Üfürükten tayyare türü sorgulamalar, araştırmalar, cezalar falan filan oluyorsa eyvah ki eyvah!
Doları bahane edip zam üstüne zam yapıyorlarsa, yaptıklarından utanmıyorlarsa ve yanlarına kâr kalıyorsa şaşırmayın.
“Bir garip ölmüş diyeler” işte hepsi bu.
Rezil, kepaze, entel takılan züppeler, damarlarında kapital dolaşan asalaklar, şiş göbekliler, fareler gibi gemiyi önce terk edecekler sabahlara kadar delicesine eğlenir, onlara para, tehlike sorun olmaz.
Marabalar da bir dilim ekmek için inşaatlarda zamansız hayata veda eder.
Kurbanlık koyunlar gibi kanlarını akıtır.
Hastalığı suç sayılmış garibanlar, kimsesizler, açlar, çıplaklar ordusu isimleri.
Bir kuş kadar ürkek, çekingen.
Bir suçlu gibi başı önde, ezik, bileklerinde manevi bir kelepçe.
Kulağı küpeli, boynu halkalı, ortaçağ kölesi gibi, dudaklarında en ağır sürgüler, gözlerinde en kızgın miller, kulaklarında en sağır duvarlar, zarlar.
“Memleketimden İnsan Manzaraları “nı onların kaderleriymiş gibi seyreden ağalar, beyler.
Eğer bir ülkede, tüm bu katliamlar yetkili ellerce, o destur çekilmeden varılmayan makamlarca, o, çarpılmamak için ağza bile alınamayan unvanlar, kariyerlerce önlenemiyorsa;
İnsanın, çikolata ile beslenen, şampuan ile yıkanan bir süs köpeği kadar değerinin olmadığını gösterir.
Mutluluk, sadece kısa süren yoksul düğünlerde görülüyor demektir
Huzur, sadece sürgülü kapılar arkasında yaşanıyor demektir.
Mutsuz, korku dolu, yarınsız, umutsuz insanların omuzları üstünde saltanat sürülüyor demektir.
Ne bu rezalet ya!
Bu ne insani özelliklerini yitirmiş bir toplum haline getirdiler bizi be!
Piyango biletlerine, at yarışlarına, televizyonlardaki uydurma, anlaşmalı, sözleşmeli yarışmalara katılabilme hayaline adanmış ömürler.
Televizyon fedaileri.
Dekolte değil, yatak kıyafeti ile sokaklarda kendini teşhir eden on dört yaşında kızlar.
“Bakmayın efendim”
Ulan ben siz rahatsız olmayasınız diye başım önde gezmek zorunda mıyım?
Etek giymiş kazık kadar, bıyıklı herifler, “ Oyun Çocuğu” sıfatı altında, sesini hamamda dinlemiş bir şarkıcı avradın şarkısına kıvırdıkça kıvıranlar.
Sanki eskiden sokak sokak gezen ayı oynatıcıları gibi;
“ Aman bir fasulye yedi buçuk liraya/ Hem kaynasın, hem oynasın.
Yandan halimem yandan”
Delikanlılığın, kıskançlığın, edebin ayaklar altına serildiği bir yarışmada ağzı kulaklarında, gençliğin, evlilik anlayışının en rezil jenerasyonu:
“ Sevgilim… Hadi bebeğim daha çabuk. Aşkım. Arabayı düşün… İnşallah kazanamazlar.”
Ciddiyetsiz, samimiyetsiz iltifatlar, söylemler, uyduruk, göstermelik aşk ifadeleri.
Onur kırıcı yarışmayı kazanıp arabayı almak için mahremiyetlerini ortaya dökenler.
Yürek, bir yanardağ gibi içten içe kaynıyorsa, suskunluk, çatık kaşların altında bile olsa bir gün ansızın Etna gibi Vezüv gibi ne var ne yoksa püskürecektir.
Aç insanın gazabından çekinmek gerek.
Tarihte ilk defa köleler tarafından gerçekleştirilen Spartaküs isyanını düşünün.
Fransız ihtilalını düşünün.
Hatta Patrona Halil isyanını düşünün. Hani o divan şairi esrarcı, uçkuruna düşkün Nedim’in kurbağalara şarkı söylettiği, Lale Devrini.
Arada büyük farklar yok. İnceleyin, yorumlayın. Hepsinde de sebep aynı.
Söyletmeyin beni. Derunumda öyle şeyler gizli ki…