Şiir okuyarak kendini sanatçı ilan eden, sanatçı artıklarının sofrasına bağdaş kurup oturan herifin birine göre seksen altı milyon şu anda ağlıyormuş.
Bunu cenazenin başında, her nasılsa kaptığı mikrofonla söylüyor.
Şu halde neden üç gün yas ilan edilmiyor ki?
Madem ki milletçe ağlıyor, saçımızı başımızı yoluyor, dizlerimize vuruyoruz, o halde bayraklar da yarıya insin, hatta radyo, tv yayınları da sussun.
Güler misin ağlar mısın, yoksa bu denli yalakalığa bakıp iğrenir misin.
Allah herkese, kendi tasarrufunda bir ömür biçmiş.
Üç günlük bebek de ölüyor, yüz yaşındaki de, ölümü başkalarına yakıştırıp, kendilerinin hiç ölmeyeceğini zanneden insanlar da.
“ Her nefis ölümü tadacaktır.”
Aslında bu şair müsveddesi herif biraz da haklı.
Neden mi?
Onun öldüğünü duyan yüzlerce insan hastane önünde salya sümük oldular.
Kadını, erkeği, yaşlısı, genci, delisi, akıllısı, varoşların dünyasından vazgeçmişleri, kendilerini jiletle doğrayanlar, neler, neler.
Dahası efendi ağalardan biri.
Dahası efendi ağaların ağası ki, ne yapsın mecbur bir şeyler söylemeye çünkü yığınların gözyaşları sular, seller gibi akıyor.
Sevgi mi desek, aşk mı, kara sevda mı inanılmaz bir gönül tutkunluğu.
Sonuçta işini iyi yapmış baba.
İyi de burada anlayamadığım bir şey var, biri bana anlatırsa, bu cehaletten kurtulurum.
Zat-ı muhterem, rahmetli yetmiş dokuz yaşında ve karaciğer yetmezliği, böbrek iflası gibi hastalık sonucu, eceli ile Hakk’ın rahmetine kavuşuyor.
Yaşamış. Hem de iyi yaşamış. Bir eli yağda, bir eli balda, bir ayağı yalıda, bir ayağı yarımada’da.
Serveti dudak uçuklatıyormuş.
Doğduğu topraklarda elli daire, bir başka kentte otuz daire, beş villa, yazlıklar, kışlıklar dahası nasıl sahip olunur bilemiyorum koylar, yarımadası varmış.
Allah selamet versin. Gözümüz yok. Hepsi gece gündüz çalışmakla, alın teri dökmekle kazanılmış.
Varoşların ezik, korkak hayatı gördüğü kadarıyla bilen, acılı insanları anlatarak…
Onların gönüllerinde tahtlar kurarak…
Onların dillere destan, kapkara, çaresiz aşk acılarını bıçkın delikanlıca kasetlere, cdi lere dökerek.
“Ya benimsin, ya toprağın”
Bu ne demek?
Ya benim olursun ya da iki kaşın arasından vururum mu?
Saygısızlık yapma. Arz- talep meselesi.
Lafın gelişi. İyi de böyle şarkı sözü mü olur? Olur. İşine gelirse.
İşret âlemlerinde, rakı şişesinde balık olmuş katran karsı sevdalar başka nasıl damardan girilir ki?
Tamam, tamam da bildiğim kadarıyla eğer sazınızla, sözünüzle, yazınızla toplumun bir kesimindeki bağrı yanık insanlara sesleniyorsanız sizin de, birinci derece yanmış olmanız gerekmez mi?
En fazla itibar, en fazla para, en fazla konfor içinde nasıl benim yokluk, sefalet, hastalık, çaresizlik, kimsesizlik, sahipsizlik içindeki hayatımı anlatırsınız ki?
Genel de soruyorum.
Böyle başa böyle tarak. Cehaletin diz boyu olduğu topraklarda, meydan muharebesi kazanmış bir komutan bile olsanız geçin.
Bence bu insanlar, Allah rahmet etsin, gariplerin babasına değil, onca malı, mülkü, yarımadayı neden götüremediğine çıra gibi yanmalı.
Aklıma bir fikir geldi.
Neden bu tür vedalara anıt mezar yapmıyoruz? Nasılsa önümüze geleni bayrağa sarıyoruz.
Hatta türbe?