Aşk ayağa düştü dedik ya!
Hatta aşk bitti. Adı değişti. Aşk eski Türk filmlerinde kaldı. Hani o gençlerin güldüğü, dalga geçtiği Türk filmlerinde. Romantizmin, acının tavan yaptığı filmlerde.
Yeni jenerasyon bilmiyor tabii ki. Öğrenmek de istemiyor. İhtiyaç da duymuyorlar.
Şimdiki adı flört. Yetişkinlerde birliktelik.
Onlara göre aşk, flört demek.Gayr-ı meşru ilişkiler demek. Amasyanın bardağı. Biri olmazsa biri daha
“Bize tava olan çok. “
Cinsellik olmazsa olmaz, şimdilerde bacak kadar sıpaların aşk diye yaşadıklarında.
Utanmakmış, sevgilinin elini tutarken yüzün al al yanmasıymış, geçin bunları bir kalem.
Daha romantizm nedir onu bilmiyorlar. Kaçamak bakışlar, gizli buluşmalar, tenha yerlerde bakışlar mahcup buluşmalar geçin bir kalem.
Metroda, otobüs duraklarında sarmaş dolaşlar. Kimseye aldırdıkları falan filan yok. Mahalleden biri görürmüş, anaya, babaya söylermiş taktıkları bile yok.
Gerçek bir olay anlatalım. Belki okuyan biri çıkar
Osman Fahri, otuz yaşındaydı. Dönemin ünlü edebiyatçısı Cenab Şahabeddin’’in kardeşiydi. Ressamdı, şairdi. “Mersiyeler” adlı şiir kitabı vardı. “Arkadaş” adlı dergiyi birlikte çıkardığı yakın dostu Mithat Sadullah’ın eşi Şükûfe Nihal’e âşıktı.
Mithat Sadullah-Şükûfe Nihal evliliğinde sorunlar vardı. Ve bir gün Şükûfe Nihal, oğlu Necdet’i alıp eşi Mithat Sadullah’ı terk etti.
Bileklerini keserek intihara kalkıştığı İstemediği evlilik artık son bulmuştu.
Şükûfe Nihal’in bu zor günlerindeki dert ortağı Osman Fahri’ydi. Genç şair, yıllardır sakladığı hislerini o günlerde açığa çıkardı. Olumsuz cevap aldı.
“Sen benim hem-dem-i hayalatım, / Ben senin yar-ı tesellikarın / Olacakken; fakat nedense, Nihal / Sen benim gözlerimde dert aradın…”
Osman Fahri karşılıksız aşkı yüzünden mecnun oldu. İstanbul’u terk etti. Elazığ’da öğretmenlik yaptı
Ancak platonik aşkını unutamadı. Şiirler gönderdi kara sevdasına karşılık alabilmek için:
“Ah mademki sen de bir şair, / Ben de şairim, bu kâfidir”
Hiç cevap alamadı; bu acıyla yaşamamak için, kafasına tabanca dayayıp tetiği çekti. Yıl 1920
Şükûfe Nihal, Osman Fahri’ye karşı o günlerde bir şeyler hissetmiş miydi? Evet.
Şükûfe Nihal, karasevda yüzünden intihar eden Osman Fahri’yi hiç unutamadı.
Ona karşı bir şey hissetmemiş olsa da, sonrasında kara sevda yüzünden canına kıyan ilk aşkı Osman Fahri’nin ismini dilinden düşürmedi.
Adile Ayda ile yaptığı konuşmasında şöyle dedi:
“Zaten insan hayatında bir kez sever. Gerisi kapılış aldanış. Ben bütün şiirlerimi bir tek şahıs için yazdım. Hep onu anlattım, ona seslendim.”
Yakın dostlarına; “Tek aşkım odur. Beni tek seven odur. Nasıl ziyan ettim bu büyük aşkı” diye dert yanar ve şu dizeleri de Osman Fahri için yazar:
Nerdesin? Toprakta mı, havada mı suda mı? / Nasıl buldun bu vahşi gecelerde odamı? / Hasretim şefkat, şiir, aşk dolu ellerine… / Gelsen de boş gönlüme bir hayat gibi dolsan. /Sen uyansan, ben yatsam biraz senin yerine…”
1962’de İstanbul’da geçirdiği bir kaza sonucu sol ayağı sakat kaldı.
Ardından kızı Günay’ın, bebeğini doğururken ölmesi içine kapanmasına neden oldu.
Köşklerde başlayan yaşamı,1965 de huzurevinde sürmeye başladı.
Yurtdışında felsefe eğitimi alan oğlu Necati Sander de annesinin haline üzülüp, ziyaret etmedi.
Hayatının son yıllarına kadar Türk Kadını dergisinde yazdı ve 24 Eylül 1973'te İstanbul'da öldü.
26 Eylül 1973 günü Rumelihisarı Aşiyan Mezarlığı'na gömüldü.
Ona kimler mi âşıktı daha başka söyleyelim:
Yahya Kemal, Faruk Nafiz Çamlıbel. Abdilhak Hamid Tarhan ve daha niceleri.
Üstelik ona şiirler yazacak kadar.