TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Ömer Aras’ın Genel Kurul Toplantısı Konuşmasından ikinci bölüm ile devam ediyoruz:
Uluslararası derecelendirme şirketleri de bu olumlu gelişimi görüp ülke kredi notumuzu yükseltti. Ancak, doğrudan yabancı sermaye girişleri sınırlı. Yatırımcılar için güven ortamını henüz oluşturamadık. Enflasyonla mücadele kararlılığı 2025 yılında da devam etmeli.
Ancak, ihracatçılarımızın pazarlarını kaybetmemelerine de azami özen göstermeliyiz, destek vermeliyiz. Türkiye'nin güçlü ihracat olmadan sağlıklı ve sürdürülebilir bir büyüme gerçekleştiremeyeceğini bilmeliyiz.
Hepimizin bildiği gibi enflasyonla mücadelede elimizde üç ana politika enstrümanı var.
Birincisi, Merkez bankasının uyguladığı para politikası. Faizlerin 2025 yılında enflasyonla mücadeleye uygun olarak kontrollü şekilde düşeceğini tahmin ediyoruz.
İkincisi, maliye politikası. Kamunun da özel sektör şirketleri ve vatandaşlarımız gibi eşit düzeyde kemer sıkması şart.
Enflasyonla mücadele için 2025 yılında kamuda yapılacak tasarrufun daha etkin olmasını bekliyoruz.
Devletin bütçe disiplinine uyması, kamu harcamalarını kontrol etmesi ve kamuda tasarrufu arttırması şart.
Ayrıca vergi gelirlerinin arttırılması için kayıt dışı ile ciddi şekilde mücadele edilmesi gerekiyor.
Para ve maliye politikaları, faiz, vergi, bütçe gibi somut rakamlarla ifade edilen ve takip edilebilen politikalar olduğu için anlaşılması ve değerlendirmesi nispeten kolay kavramlar.
Enflasyonla mücadelede üçüncü politika enstrümanı olan yapısal reformlar ise çok geniş bir kavram.
Ülkemizde yaşadığımız bu inatçı enflasyonu bir daha çift haneli seviyelerde görmemek üzere kalıcı olarak indirmek, orta gelir tuzağından çıkmak, kişi başı geliri 20 bin doların üstüne yükseltmek ve dünyada sayılı ekonomiler arasına girebilmek için mutlaka yüksek teknoloji ile verimliliği arttırmalı, mal ve hizmet ihracatına dayalı ekonomik büyüme modeline geçmeliyiz.
Yapısal reformları gerçekleştirmeden bu değişimleri yapamayız.
Uzun vadede sürdürülebilir bir büyüme ve sağlam bir ekonomik yapı için elbette birçok alanda yapılacak reformlar var ancak en önemlileri TUSİAD kitapçığında da belirtilen iki ana yapısal reform.
Birincisi, insana değer katan eğitim ve liyakat.
İkincisi, hukukun üstünlüğü ve bağımsız yargı.
Hedefimiz bu reformların yarattığı güven ortamıyla beslenen ekonomik kalkınma olmalıdır.
Bu iki reformu hakkıyla gerçekleştirebilirsek diğer tüm reformlar kolaylıkla yapılabilecektir.
Dünya ile rekabet edebilmemiz için özel sektörde ve kamu bürokrasisinde iyi eğitilmiş yüksek vasıflara sahip ve liyakate uygun atanmış insanlar olması şart. Ayrıca bilimde, sanatta, sporda, tüm alanlarda ileri gitmek için her şeyden önce nitelikli insan gerekiyor.
İyi yetişmiş insanlar hukukun üstünlüğünün ve adil yargının olduğu bir ortamda çalıştığı taktirde ekonomi başta olmak üzere her konuda başarının yolu açılacaktır. Bu konuda toplumsal fikir birliğine ihtiyacımız var.
HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ VE ADİL YARGI
Tekrar ediyorum, yapmamız gereken en önemli yapısal reform, gençlerimizi iyi yetiştirmek, layık oldukları yere getirmek ve mevcut işgücünü de tekrar eğitip çağın gerektirdiği yetkinliklerle donatmaktır.
Şimdi soruyoruz...
"Hukukun üstünlüğüne ve adil yargıya kim sahip çıkacak?
"Sanayide ve hizmet sektöründe ülkemizin rekabetçi gücünü kim ön plana çıkaracak?
"Gelişen teknolojiye, yapay zeka çağına, kim ayak uyduracak?
"Sanatta, kültürde ve sporda dünya çapında başarılara kim imza atacak?
"Eşitliği, etik değerleri, dayanışmayı ve paylaşımcılığı kim savunacak?
"Gelir dağılımını kim düzeltecek?
"Bağımsız kurumlarla devletin kurumsal yapısını kim güçlendirecek?
"Kuvvetler ayrılığı, denetim ve denge mekanizmalarını kim etkinleştirecek?
"Demokratik, laik ve sosyal hukuk devletine kim sahip çıkacak?
Bu soruların cevabını "Liyakatla atanan iyi yetişmiş insanımız" diyerek cevaplayabilirim.
Eğer geleceğimizin teminatı gençlerimizse, temel vazifemiz, gençlerimizi bilim ve etik değerler temelinde iyi yetiştirmek olmalıdır.
Eğitimi okul öncesinden başlayan ve hayat boyu devam eden bir süreç olarak görmeliyiz. Öncelikle, okul öncesi eğitimin zorunlu ve ücretsiz olmasını sağlamalıyız. Bunun için eğitim sistemine büyük iş düşüyor.
EĞİTİMDEKİ ACI TABLO…
Eğitimde dünya ile rekabet edebilmek için öğretmen ve akademisyen kalitemizi yükseltmeliyiz.
Eleştirel düşünen, iyi yönetişim için üniversitelerinde uygulanan yönetime tepki veren öğretim üyelerine kulak vermeliyiz. Değerli hocalarımızı kaybetmemeliyiz.
Türkiye'nin PISA araştırmasına dahil olduğu 2003 yılından bu yana okuma, matematik ve fen bilimleri alanlarının tümünde OECD ortalamasının altında kaldığını görüyoruz.
Eğer bizim çocuklarımızın performansı sürekli olarak gelişmiş ülkelerin çocuklarının gerisinde kalıyorsa, bilelim ki bu çocukların değil bizim hatamızdır. Müfredat değişikliklerini şeffaf ve katılımcı bir yaklaşımla yapmalıyız.
Geri bildirimler için bu alanda çalışan uzmanlara ve sivil toplum örgütlerine makul süreler vermeliyiz.
Tüm kademelerde, çocuklarımız için, laik Cumhuriyet değerlerine, bilimsel düşünce ve akla dayalı, 21. yüzyıl becerilerini kazandıran sosyal etkileşim ve etik temelli, fırsat eşitliğine dayalı, çağdaş bir eğitim eko sistemini hayata geçirmeliyiz.
Eğitim sistemini, siyasetin, siyasi partilerle ilişkilendirilen yapıların ve tarikatların etki alanının dışına taşımalıyız. Bunun taşıdığı hayati önemi 15 Temmuz darbe girişimi hepimize öğretmiş olmalı.
Ayrıca, verimliliği yüksek bir ekonomi için üniversitelerle teknoloji üreten sanayi iş birliğinde araştırma geliştirmeyi ve girişimciliği desteklemeliyiz.
AVRUPA'DA 11. SIRADAYIZ.
2024 yılında ülkemizde farklı aşamalardaki yeni girişimlere 469 farklı işlemle 1 milyar 100 milyon dolar yatırım yapıldı.
Bu büyüklükle Avrupa'da 11. sıradayız.
Önümüzdeki dönemde girişimci ekosistemini hızla büyütmeliyiz.
Eğitim ekosistemimizin iyileştirilmesi konusunda hepimizin üstüne düşen sorumluluklar var.
Yaşadığımız teknolojik gelişim bilgiye erişimi demokratikleştirdiği gibi kaliteli ve etkili öğrenme sistemlerine ulaşmayı da kolaylaştırdı.
Gençlerin okul dışında, hafta sonlarında, yaz tatillerinde kendilerini dünyadaki yaşıtları ile rekabet edebilecek şekilde geliştirmesi için imkanlar yaratılması gerekiyor. Bu imkanları merkezi hükümet, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve şirketler olarak hep birlikte yaratmak zorundayız.
BEYİN GÖÇÜ HER SENE HIZLANIYOR.
Gençler arasında beyin göçü her sene hızlanıyor.
Yurt dışına göç eden 25-29 yaş arası nüfus geçen sene 110 bine yaklaşmış.
İyi eğittiğimiz gençleri ülkemizde tutmak için başta ekonomik özgürlükler olmak üzere tüm özgürlük alanlarını genişletmeliyiz.
Gençlerin arzu ettiği kültürel, sosyal ve sportif hayatın koşullarını oluşturmalıyız.
İyi yetiştirdiğimiz genç kuşakları başka ülkelere kaptırmamalıyız.
Tüm atamalarda liyakat ilkesini gözetmeli, kayırmacılığa ve nepotizme geçit vermemeliyiz.
Bu gençlerimize karşı ahlaki sorumluluğumuz olduğu kadar, ülkemizin geleceğinin, kurumlarımızın sağlamlığının da teminatıdır.
Son olarak üzerinde durmak istediğim nokta hukuk devleti ve adil yargının ayrılmaz bir parçasını oluşturan eşitlik konusu.
Cumhuriyetin, demokrasinin, hukuk devletinin, laikliğin tanımları eşitlik kavramı üzerinde yükselir.
Bu kavramların gerçek anlamda hayata geçirilmesi adil ve huzurlu bir toplumsal yapıyı mümkün kılar.
Aksi halde, toplumsal gerilimler, kutuplaşma, ekonomik kaynakların verimsiz kullanılması, refah kaybı, beyin göçü, demokrasiye inancın zayıflaması, radikal akımların güçlenmesi gibi sorunların önü alınamaz.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kalkınmanın tüm boyutlarını negatif etkiliyor.
Kadınların ekonomik, siyasi ve toplumsal hayatta erkeklerle eşit şekilde temsil edilmesi ekonomik kalkınma, adaletsizlikle mücadele ve toplumsal refah yaratarak ilerlemenin olmazsa olmaz koşuludur.
Türkiye de kadınların iş gücüne katılımı %37 iken batıda bu oran %52'dir. Bir an için bizde de %52 olsa 5 milyon ek işgücü demektir. Verimlilik demektir. Ayrıca 35 yaş altında eğitimde ve işgücünde olmayan 7 milyon gencimiz var.
Fırsat eşitliği sağlayıp kadınları ve gençleri işgücüne kazandırabilsek milli gelirde çok ciddi bir artış sağlarız.
Ülkemizde gelir dağılımındaki eşitsizlik son yıllarda artmaktadır.
Yüksek enflasyon herkese eşit uygulanan adil olmayan bir vergidir ve gelir dağılımını bozmaktadır.
Emeklilere yapılan zammın, hayat pahalılığını telafi edemediği ortadadır.
Bu durum hep söylediğimiz, enflasyonla mücadele yükünün adil paylaşılması ilkesinin daha etkili uygulanması gerektiğine işaret ediyor.
Ekonomik politikalarda bu konu dikkate alınmalı, sosyal devlet ilkesi gözetilmelidir.
Eşitlik iş dünyamızda da gereklidir.
Serbest piyasa koşulları işlemeli, kamu ihaleleri, denetimler, kayıt dışı ile mücadele, krediye erişim gibi konularda adil yaklaşım sergilenmelidir.
Bu konularda kayırmacılık ekonomik verimsizliği doğuran temel nedendir.
Eşitliği toplumsal güven için, adil yargının uygulanmasında, yolsuzluklarla mücadelede ve ifade özgürlüğünde de görmek isteriz.
2025 yılında dünya için olduğu kadar Türkiye açısından da önemli bir kavşaktayız.
Yurt dışında ve yurt içinde ekonomik ve siyasi gelişmeler hem büyük fırsatlar hem de büyük riskler yaratıyor. Bu süreci mutlaka çok iyi yönetmeliyiz.
Türkiye'mizin, dünyada sözü geçen, bölgesinde istikrarın teminatı olan, ekonomisi istikrarlı, demokrasisi sağlam, hukuk devleti ilkeleri yerleşmiş, toplumu huzurlu bir ülke olması yönünde elbirliği ile çalışmalıyız.
Bunu ancak hukukun üstünlüğü ve bağımsız yargının yarattığı güven ortamında iyi yetişmiş, liyakatla göreve gelmiş insanlar ve eşitlikçi bir yaklaşımla yapabiliriz.
Bunu yaptığımız taktirde en önemli yapısal reformu gerçekleştirmiş olacağız.
Bizi yönetenlere iyi niyetle önerilerimizi aktarmak görevimizdir.
Hepimiz bu doğrultuda üstümüze düşeni yerine getirmeliyiz.
Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime burada son verirken dikkatiniz için hepinize teşekkür ediyorum. (Devam Edecek)