DEDENİN DAMI
/moskof gavurun dölleriii!./
==
Ali Rıza Navruz
Kendi garip gönlümce gerilerin seyrine düştüm bu gün sevgili dostlar. “içim bu iklimde gün kadar sıcak” diyor ya şair, aynen öyle işte!.. Ve gönül istedi şu sütunlara yazacağım bu “anı” yalnızca bir geçide vesile olsun…
“Yiğit lakabıyla anılır” diye bir söz vardır bilirsiniz. Bu lakaplar kullanılırken hiçbir art niyet taşınmaz. Bu durumu böylece belirttikten sonra niyetimi de kefil edip konuya geçiyorum.
Köyümüzün hemen girişinde, yolun sağında “Dede” ismiyle bildiğimiz “Gücük Mehmet” diye tanınan bir büyüğümüzün evi vardı. O günün şartlarında bu ev hemen hemen köyün en güzel eviydi denilebilir. Köy yerlerinde oda ile ev ayrı olurdu bildiğiniz gibi. Hemen bitişiğinde de ahır ve samanlık kısmı… “Dedenin Damı” dediğim yer işte bu muhteşem kampüsün (!) ahırına ait olan dam kısmı…
Bu alan bilemedin 50 metrekarelik bir yer. Ama dam deyip de geçmemek gerek! Bence mârifet; bu alanın rûhundadır, alanında değil… İşte böyle bir alan, yaşı büyük, rûhu küçük ve delişmen tüm köy gençlerinin uğrak yeridir. Buraya gelen her kişi mutlaka sosyal bir aktivitenin ya da köy oyunlarının içerisinde bulur kendisini. Bir tarafta yumurta yuvarlama maçı, diğer tarafta topaç çevirme, beri köşede sek sek oyunu… Bile bile lâdes ya da kemer kapmaca oyunları işin ekstrası sayılabilir. Damın batı ve kuzey kısmının daha yüksek duvarla çevrilmiş oluşu birçok oyunda farklı bir avantaj sağlıyordu herhalde oyunculara…
Ahdımızı ezel, bahtımızı güzel eylemek adına, öyle bir dalıverirdik ki oyuna… Çile bizdeymiş, yokluk dizdeymiş ne gâm!.. Belki “oyun-oynaş” diye nitelendirilebilir, lüzumundan öte lüzumsuzluk olarak görülebilir bu durum birilerince… Ama bu gün düşünüyorum da durumun hiç de öyle olmadığını görüyorum. “Dedenin Damı”; öksüzce açılan güllerin dostâne koklandığı bir bahçenin adıydı… Ülfetlerin “ben”den “sana” doğru aktığı bir mekândı. Muratların goncalandığı, aşkların sevdâların, sevdâlı canlara yüklendiği rıhtımdı âdeta bu dam… Bu dam, makamında bin kahır bulunmayan bir menzildi biz gençler için… Yüreklerimizdeki hoşgörü, ihlas, irfan, ihsan filizleri sanki burada boy verirdi bir bir. Ve sabrımızı solmayan güllere burada bağlardık diyebilirim hep… Bu damın köşe taşına oturup, yan tarafından geçen yola- yâr geçecek ümidiyle- hangi gözlerimizi çivilemedik ki gün boyu?!..
Nihâyet gün batımıyla birlikte “Gücük Mehmet” emmimizin (dede) gür sesiyle kendimize gelirdik; “Ulan Moskof Gavurun dölleriiii!.. Ulan cıfıtlaaaaaaaaaaar!.. Hakaret gibi görünen, daha doğrusu duyulan bu sözleri biz gençler ; “haydin çocuklar, vakit akşam oldu artık! Evinizeeeeeee!” şeklinde algılardık. “Teşekkür” kelimesini bilmezdik ama, gözlerimizden yansıyan neşve, dedemize teşekkür mâhiyetinde yansırdı belli ki… Umut dağları sarardı gece çöktüğünde. Analarımız, babalarımız, dede ve ninelerimiz o şal yorganlar altında onurlu bir gelecek için günün son dualarını mırıldanırlardı eminim;Ve bizlerin gelincik kırmızısı yüzlerinde yakın bir gömeç yelinin serinliği gezinirdi kendi keyfince. Ahhhh! Köşe başlarında unuttuğumuz yalnızlıklarımız, suskumuz, umudumuz..!
İşte “Dede Damı” ve o ahvâlin bu sütunların satırlarına elif elif işlenişi… Belki de..............