/DAĞ YÜRÜMEZSE ABDAL YÜRÜR/
""""""""""""""""
Ali Rıza Navruz
Hani ne diyorlardı akıldaneler: “Hiçbir dağ sana gelmez, eğer dağı istiyorsan, sen ona gitmelisin!” Vay ardı karanlık dağlar vaay! Vay kalburla toprağına ellediğim dağlar vaay! Demek öyle ha?! Eeee şimdi dev sıfatlı bir yığınsanız ve bu sözü de işitmişseniz eğer tafranızdan geçilmez gayrı…
“Dağlara git” dedi içimden bir ses! Başka bir ses: “Dağlar ki; sana hayatın gerçeklerini fısıldarlar” dedi. Bunun üzerine ben de kalktım üşengeç ruhumu bir kenara bırakarak yürüdüm dağ yamacı yoldan. Dedim ki dağlara dönüp: “Dağ yürümezse abdal yürür…” Dilime de bir şiir düşürdüm; ooh ne âlâ: “Kalbime benzer taşları/Heybetli öter kuşları/Göğe yakındır başları/Benim meskenim dağlardır.” Halimi önceden bildirmenin faidesi olur belki diye düşündüm de... Şimdi şöyle sağıma bakıyorum dağ, soluma bakıyorum dağ! Kimisi kaz dağı kimisi koz, kimisi palanı dökmüş kimisi sütü. Üzerlerinde de bir beyazlık, bir ayazlıııııık sormayın gitsin! O beyazlık itinâlı bir şekilde örtüyor dağın üzerini ki; dağ üşümesin! Sanki beyaz battaniye mübarek… Derken efendim; başımı biraz daha kaldırıp göğe bakıyorum sonra; eh, umutlu/bulutlu cinsinden bir gök kubbe!
“Kırık”, “kıvrım” ve “yanar.” Herhalde bu çeşitlerinden dolayı dağ tekillikten çoğu zaman kurtularak çoğul olmuş ve o şekilde kullanılmış: “Muhabbeti gören gönül ayrılmaz/Yol ver DAĞLAR ben sılama varayım” denmiş türkülerimizde. Ağrı kesici niteliğindeki bir şarkımızda Haluk Levent ne diyordu: “Dağlar, dağlar geceleri benim için kim ağlar/Ben bu gece ölmezsem/Ölmem, ölmem hiçbir vakit…”
Ağlamaklı lacivertlerin en koyusuna yükselen bir yer kabuğunun adına dağ dense de birçoklarına göre yol kesen harâmidir. Onu aşmak, varılacak yere ulaşmak büyük çaba ve sabır gerektirir. Engeli gören ve onu aşamayan, alır eline silahını ve başlar avaz avaz bağırmaya: “Dağlar seni delik deşik delerim…” Dağlar; ovada zulme karşı savaşanların sığınağıdır bir yerde. Onu zâlimin kucağından çeker alır kendi kucağına; elden korur, yelden korur. Ve şöyle seslenir müşfik bir edâ ile mazluma: “Başına bir hal gelirse canım/Dağlara gel dağlara/Seni saklar vermez ele canım/Dağlara gel dağlara…” Dağların şöylesi böylesi olur da büyülüsü olmaz mı? Elbette ki olur. Olur da gider Thomas Mann’a ve onun kaleminden bir çağ romanı oluverir. Castorp'un yalın ruhuna bir değişim geçirtir yedi yılda eminim.
Acaba diyorum bir deliban şair olarak; kıvrılan yollarından geçip çıksam bu dağların zirvelerine, göğüslerine sığar mıyım ki? Korkup fırtınalardan dört büklüm olduğumda gelin anam olur mu ki bu dağlar? Yoksa “dağlar dağlar mı beni, gören ağlar mı beni?” Şimdi bu durakta biraz durup onlara şairce sorular yönetmeliyim:
Göğsündeki bağlar, bak “es” geçilmiş;
Kervan, başka başa konsun mu dağlar?
Hangi ölçü ile değer biçilmiş;
Bağrındaki ateş, sönsün mü dağlar?
O ceylan ki sekmiş, tutulmaz dizi.
Belli ki kıskanmış melekler sizi.
Haline baktıkça, şairin yüzü,
Gayri gözyaşına, kansın mı dağlar?
Nazlıcan olmuştu, canına beden.
Öyle kıymetlindi, kıymetlindi en.
Şimdi ötelerde… Gül yüzü gülen;
Seni rahmet ile ansın mı dağlar?
Ağrılı yanına kim ola merhem?
Hem merhemin ola, hem dermanın hem.
Ben kadar garipsen, söyle de gelem,
Gariban yanımız yansın mı dağlar?
Kemirdim kalemi bu gece yine.
Çevremden çevrilip, çekildim ine.
Bendeki arzular, -delicesine-;
Özden uzak yerde, donsun mu dağlar?
“Gariban yanından ve şairin yüzünün gözyaşına kanmasından bana ne ki” dercesine surat asmaya başladınız biliyorum yanı yanasıca dağlar… Nuh’un oğlu "Ben, beni sudan koruyacak bir dağa çıkacağım" demişti de babasına, ona da yüz vermemiştiniz hani…
Ey dağlar! Yüce Allah Kitab-ı Kebirinde der ki: “Biz yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık kılmadık mı? (Nebe:6,7)” Elbette biliyoruz, yeryüzü beşiğinin birer çivisiniz siz. Hatta biliyoruz ki: Yeryüzünde insanlar sarsılmasın diye(Enbiya 21-31) yaratıldınız. Ama ne olursunuz ey dağlar; bu kadar dik başlı olmayın, bu kadar başınız duman, halleriniz yaman olmasın. Üzerinizden yol isteyene yol, belinizden bel isteyene bel verin artık! Âşık Kerem sizlerden yol alamayınca; “sizde benim gibi yanasınız” dedi de, işte o yüzden; hâlâ sol yanınız yanık… Efelenmeyin ne olursunuz dağlar! Sonuçta sizler de yaratıksınız bak! “Davut’la birlikte tesbih etsinler diye” buyruk altına alınmadınız mı? Yine Yüce Rabbimiz buyuruyorlar ki: ”Ey Muhammed, sana dağların kıyametteki durumunu sorarlar, de ki: Rabbim onları ufalayıp savuracak! (Tâ Hâ:105)
Yine de en güzel çılgınlıklarımın paylaşıldığı mekânlar olarak size selam duruyorum ey dağlar. Sizlere her baktıkça müzeyyen geçmişime ait pek çok iz, hem de geleceğime ait yol haritası buluyorum. Acıdan kalkıp acıya varma çabasında olan DELİBAN’lara da yol vermen dileğimdir…
Hem “hangi dağın bir kenarı yol değil” ki?