POSTACI
^^
“Bu sana veda mektubum/ Zarfın içine sevgimi koydum…” Genelde, sevgiliye yazılan veda mektubunun son cümlesi böyle biterdi... Ve zarf itina ile kapatılır, sağ üst köşesine de gözyaşı pul niyetine yapıştırılırdı. Mektubun bu andan sonraki serüveni postacının bisiklet çantasında geçerdi... Postacı mektup gözleyenlerin gözünde, en çok dua alan ve çaldığı her kapıya umut bırakan bir insandı. Bazen yalnızlıklar, kırılmışlıklar da bıraktığı olurdu elbet!.. Yine de her köşe başından görünüşü hiç gelmeyişinden hayırlıydı. Postacının gecikmesi bile kırmızı bültenlik bir olay olurdu yüreklerde. Kısacası cana can katardı postacı. “her gün bir yerden göçmek ne iyi, her gün bir yere konmak ne güzel”di onlar için... Ve bizim için bir zarfın sıcaklığı ellerimizdeki!..
Şöyle zaman tünelinden bir geçip gidin geçmişinize. Oralarda ilkokul öğretmeninizle karşılaşmamanız mümkün mü? Mümkün mü, sizleri önüne sıra yapmış da postacı türküsünü öğretmiyor olsun o karede. Tekrarlıyorsunuz onun sözlerini:
“Bak postacı geliyor, selam veriyor.
Herkes ona bakıyor merak ediyor.
Çok teşekkür ederim postacı sana.
Pek hayırlı haberler getirdin bana...”
Çoğu zaman yasaklı sevdalarımızı naftalinleyip yüklemişiz postacının avuçlarına. Sonra da kesinkes inanmışız onun avuçlarında yeşereceğine umutlarımızın... Her şeyden öte sırdaşımız olmuş postacı beyler! Kar dememiş, yağmur yaş dememiş kapı numaralarıyla konuşarak aramış bulmuş bizleri... Bir çay ikramında bulunmuşuz kendilerine en fazla; “Yolumu bekleyenler var.” diyerek teşekkür etmiş ve dem olmalara yol almış... Dua niyetiyle o türküyü seslendirmişiz arkalarından:
“Çok teşekkür ederiz postacı sana,
Pek hayırlı haberler getirdin bana..!”
Onlar kendi dünyalarına dalıp giderlerken, şahsen ben ellerimi yüzüme çalıp “Amiiiiiiiiiiiiiiiiiiin!” deyişimden sonra bir de Faruk Nafiz’den şu dörtlüğü kesin ki seslendirirdim yavaştan:
“Duymamış belli, hayatında bir eş hasretini.
Yaşamış taş gibi, toprak gibi mahrum acıdan.
Ne bilir ki bir kâğıdın canlara can kattığını.
Başımız dertte; şu her gün geciken postacıdan.”
Dönüp de bu güne bir bakacak olursak; görürüz ki o sevimli postacımız hepten gecikmiş... Daha doğrusu bizler geciktirmişiz onları. Tellerle muhabbet türeyeliden beri unutmuşuz o ucu yanık mektupları ve onların taşıyıcısı postacıları... Artık gençlerimiz; “bak postacı geliyor” sözlerini, “bak kontörcü geliyor”a tevil etmiş gibi... Bir kağıdın canlara can katışını hangi yürek algılayabilir ki günümüzde!?.. Heeey postacım! Hani bir öykümüz vardı çıtçıtlı çantanda? Hele bir karıştır çantanı gurbanın olayım..!
Postacı yine de çalıyor kapımızı zaman zaman... Dokunsan sanki kırk parçaya bölünecek kristal cam!.. Postacıyı artık inanın ki hiç kimse beklemiyor. Hele de getirdiklerini... Buyurun bir bakın çantasına neler var sizlere getirip imza karşılığında vereceği: Borç senedi, banka ihbarnamesi, mahkeme celbi, İcra yazısı, vergi tahakkuklar… Daha da neler neler var olumsuzluklar adına can postacının çantasında... Ne olur açma postacı o çantanın fermuarını. Bunca çirkinlikler orta gözde saklı kalsın... Senin suçun, senin günahın yok elbet, sana bu evrakları taşıtanlar utansın…