O sene büyük pınarda su dolduran bir kadının sözleri beni çok üzmüştü.
Anlatayım; altı arkadaş Han'ın karşısındaki Dolmatepe'de oyun oynuyor vakit geçiriyoruz.
Aylardan Eylül'dü sanırım.
Sivas yolu hemen önümüzden geçiyor.
Ve Sivas tarafından Kayseri'ye gitmekte olan bir dolmuşun üzerindeki bagajdan kocaman bir valiz fırlayıp düştü yola.
Dolmuş bastı gitti bu arada.
Biz hemen koşup valizi alarak tenha bir yere çektik ve içerisindekileri adil şekilde olmasa da paylaştık bir güzel.
Valizde bol miktarda giysi ve okul gereçleri vardı.
Benim kısmetime de bir kaç parça düştü.
Bu parçaların içerisinde bir gömlek vardı ki bittim doğrusu.
Rengi mavi, kumaşı kadife ve kolu kısa.
Ben ertesi günü bu gömleği giyerek büyük pınarın oradan aşağı doğru süzüldüm.
Tam pınarın yanından geçerken su dolduran bir kadın kafasını kaldırıp, bana uzun uzun baktı.
Ağzından çıkan ve beni üzen cümle şuydu: "Vah vaaah, yattığı ahır sekisi, çığırdığı İstanbul türküsü."
Laf, giydiğim o kadife kısa kollu mavi gömlek yüzündendi.
Laf işte!..
Hatta lüzumsuzluğun tâ daniskası bence!
Lüzumsuzluk; lüzumu halinde yapılırsa hoş görülür.
Maaaanyak kadın, nerde gördün sen benim yattığım yerin ahır sekisi olduğunu hıyanet!
Türkü dediğin de bir gömlek işte; mavi kadife.!