“Türkçe'm benim ses bayrağımdır” diyordu. Vefatının 15. yılında unutmadım
Fazıl Hüsnü Dağlarca ustayı, unutturmam
(1914- 15 Ekim 2008)
Ali Rıza Navruz
^^
Değnekten atının sırtında göllerdeki kamışlarla birlikte büyüyen 1914 İstanbul doğumlu Fazıl Hüsnü Dağlarca, kötü ruhlu türlü boyalar içerisinde uyuyorken uzak kuşakların acısına halay çeker her uyanışında… Kocaman bombalara inanmamak için hiç çıkmaz çocukluğundan dışarı… Gün doğanda tarla kuşları uçuşurken onun semalarında, bir görmenizi isterdim Hüsnüyü; “eli el değil, ayağı ayak değil!” Yürüyordu işte bir açlığın ayaklarınca aziz.. “Yüzükoyun yatma yavrum!” demiş annesi ona. “İster miyim” demiş Dağlarca; “İster miyim yüzümün koyun olduğunu…
Kaplarken mor dalgalar denizleri; o şöyle diyordu: Çiçeğim; olmaz ki sular su, dağlarsa dağ!.”. Belki de dağlar dağ olmamıştır ama Fazıl Hüsnü Dağlarca; Edebiyatımızda, şiirimizde Dağlarca, dağ oluvermiş. Ben şahsen bu kanaatteyim… Ama şunu da söyleyebilirim ki, çok fazlaca şiir yazması bazı şiirlerini zayıf düşürmüştür. Eeee, bu “kadar kusur kadı kızında da olur” sözü buraya tarih düşürsün derim.
Bıçakları uçlu kılan pek çok sebep, işte bu şairimizi de –bizde olduğu gibi- şair etmiştir. Bir dönemde Cemal Süreya kendi kendisini “şiir tankeri” olarak nitelendirmişti çekinmeden. Attila İlhan’ın “önümde bir tek Fazıl Hüsnü Dağlarca kaldı” demesi de manidardır sanırım… Doğan Hızlan’a göre tek başına bir okuldur Fazıl Hüsnü. Ertan Mısırlı’ya göre ise o; şiirin Pisagor’udur. 1967 yılında ABD’deki "Milletler Arası Şiir Formu" tarafından 'en iyi Türk Şairi' seçilmişti Dağlarca…
Garip Akımı döneminde, Fazıl Hüsnü bu akımın dışında kalırken şiirin bir öte-dil gerçeği olduğunu fark etti. Şiir belki de sözcüklerle yazılıyordu ama o sözcüklerin, şiir içinde üstlendiği anlam gündelik dilden farklıydı şairimize göre. İşte bu durum şiir diliydi… Fazıl Hüsnü bu gerçeğinin ışığında şiirini imgelerle zenginleştirmeyi bilmiştir. Hiç konu sıkıntısı çekmedi, yeryüzündeki her şey onun şiirine girdi adeta. “Türkçe'm benim ses bayrağımdır” diyordu. Türkçe'mizin ses bayrağı da sanırım ki oydu. Onun sanat anlayışını şu cümlesi en iyi şekilde özetler: “Sanat eseri; hem bir saat gibi içinde bulunduğumuz zamanı, hem de bir pusula gibi gidilmesi gereken yönü işaret etmelidir.”
Şairimizin kendi şiirine yönelişi “Çocuk ve Allah” 1940, “Daha” 1943, “Çakırın Destanı” 1945, “Taş Devri”1945, “Havaya Çizilen Dünya”1934, kitaplarıyla olmuştur. Bu kitaplardaki şiirler şairin “sezgi” dönemine aittir. 1955’ten sonraki dönemi ise “us” dönemidir. Bu dönemin ilk basamağı da 1955’te yayınlanan “Âsû” isimli şiir kitabıdır. “us” dönemi; güçlü bir Türkçe tutkusuyla dikkati çeker. 1970 sonrasında ise yoğunlukla çocuk şiirleri yazdı Fazıl Hüsnü Dağlarca.
Pek çok ödül sahibi olmasına karşın, gazeteci Yasemin Arpayla yaptığı söyleşide konuyla ilgili olarak aynen şunları söylüyor Dağlarca: “Edebiyat ödülleri, hele onlar iyice maskaralık. Hiçbirinin gerçekle alakası yok. Türkiye'de en çok ödül alanlardan biriyim, 15'i, 17'yi buldu. Hiçbirinin değeri yok, saçma sapan adamların saçma sapan değerleri…”
15 EKİM 2008 tarihinde İstanbul’da vefat eden şairimizin/yazarımızın ruhu şad olsun diyorum!..