SÖZ DÜŞTÜ DAMARIMA
Ali Rıza Navruz
Birçok söyleşilerimde de belirttiğim gibi, bende şiir; anamın beşiğinde sallanırken tıngır mıngır, beni uyutabilme çabasıyla o an için irticalen söylemiş olduğu ninnilerle dimağımda şekillendi. Sonrası mı? O dönemde köyümüzde hemen her evde halk hikâyeleriyle ilgili kitaplar bulunurdu. Ferhat dağ yarma derdinde, Kerem keşiş kızı Aslı'nın peşinde vs. Hâlâ kafamda şu soru; bu tür kitapları hangi amaçla ve kim getirdi dağıttı köylüye? Bu tür destanlarla, hikâyelerle halkı uyutmak mıydı amaç? Her neyse biz konumuza dönelim. Evimize misafir geldiği zaman rahmetli babam hemen o kitaplardan bir tanesini getirir, “haydi oku da misafirlerimiz dinlesinler” derdi. Ben de; “aldı Ağam Kerem, verdi Han Aslı” teranesiyle başlardım okumaya! Yaş 9, 11 arasıydı sanırım!.. Herhalde bu dönemde ruhuma şiir tohumları böyle okuyucu iken atılmış oldu.
Ortaokul yılları (1966) ve Türkçe öğretmeni Haydar Şengül Hocam…Onu unutmak ne mümkün ki? Onun şiire olan sevdası beni de tutup çekti yüreğimden ve tâ o kaynağa götürdü. Öğretmen odasından çıkar çıkmaz başlardı şiir okumaya. Koridoru şiir okuyarak geçer ve devam eder şekilde sınıfımıza girerdi. Eğer bu noktaya kadar şiir bitmemişse sınıfta devam ederdi okumaya: "Eyvâh ne yer ne yâr kaldı/ Gönlüm dolu ah-u zâr kaldı/ Şimdi buradaydı gitti elden/ Gitti ebede gelip ezelden" Beyrut'ta kalanı falan yoktu ama nedense bu şiiri çok severdi. Bu arada sınıf mümessili olan ben hocamı yanıbaşında dinlerken, tüylerim diken diken olurdu. Ve sonrasında lise dönemi edebiyat dersleri, Edebiyat Hocalarımın teşviki ile şiirler yazma/söyleme faslı. Belki inanmayacaksınız ama sınavda bilemediğim sorunun yerine hemen bir dörtlük döşerdim konuyla ilintili. Şu an için düşünüyorum da bu şiirler özenle değil de özenti ile yazılmış şiirlermiş. En güzel yanı ise her hangi bir kaygı taşımamasıydı şiirlerimin. Yani “yalın yaz, çıplak çiz” felsefesine gayet uygun şiirlerdi…
Genelde her Türk genci şairdir. Fakat her nedense bazıları, ruhen dinginleştiği bir döneme girildiğinde şiiri terk ederler. Bazıları ise “şiiri balyoz yapar, belalarına belalarına dünyanın.” Şiir vazgeçilmezidir artık, almış olduğu nefestir de ayrıca. Üstelik bir çakırdikeni yumuşaklığında… “Git” diyordu bana şiir, “tâ şeyin dibine giiiiit” diyordu. Toplayıp o tarağımı ve tasımı gittim, o “uzun ince yoldan.” Şair diyordu ki: “Sen uzaklara gitsen de kalır/ Bu dinmeyen sarhoşluğu denizlerin/ Yıkanır güzelliğinle dalgalar/ Durur ıslak kumlarda ayak izlerin…” Gitsem de görünen o ki, hayatın ıslak ıslak kumlarında ayak izlerim hep kaldı. 1975 yılından bu güne gelinceye kadar ciddi bir şekilde devam eden şiir çalışmalarım 1990 yılından itibaren aralıklarla kitaplar olarak okuyucusuyla buluştu. Ne diyordu Sait Faik: "Yazmasam deli olacaktım.."
Şiir gerçekten zor bir sanat dalıdır. Öncelikle yetenek olacak, duyarlılık had safhada olacak, heyecan ve heves kültürle beslenecek… Önce ayakları kınalanacak şiirin, sonra elleri. Sonra bir gelin gibi sunulacak şiir. Şiirin düz yazıdan farkını bir şairimizin diliyle vermek isterim burada hemen: “Düz yazıda yazar ceylanın avcısıdır. Şiirde ise; ceylan şairin avcısı…”
Resim: Haydar Şengül
Ali Rıza Navruz