HİÇ GİYİLMEMİŞ
^^
Ali Rıza Navruz
Merkezdeki bir camimizin çevresindeki yoldan geçiyorum. Görüyorum ki öğle namazı bitmiş ve cemaat yavaş yavaş dışarı çıkıyor. Yine gördüğüm o ki acil işi olmayan büyük bir grup, o gün vefat etmiş olan üç kişinin tabutları yakınında kümeleşiyor ve cenaze namazı için uyacakları imamı bekliyorlar… Karşı tabelada vefat edenlerin künyesi ve hangi mezarlığa defnedileceği yazılı. Ayrıca kara tahtada da aynı bilgiler var… İçlerinden bir tanesinin doğum ve ölüm tarihi dikkatimi çekti; 2021-2022. Sebebi her ne olursa olsun görünüşe göre erken bir ölüm! Ama takdir denen bir kavram da var. Orası; sözün bittiği yerdir işte! Cemal Süreya’nın dediği gibi “Her ölüm erken ölümdür” ama adı Selim olan bu bebeğin ölümü çok daha erken geldi bana ve yüreğimin “cıııııız” etmesine sebep oldu. Cemaat mahallinin biraz daha dış tarafında, annesi olduğu çırpınışından belli olan kadına ilişti gözüm. Elleriyle suratını kapatmış hüngür hüngür ağlıyordu. Babayı hiç sormayın bana; gözler çekiiiik, bel büküüük, omuzlar çöküüüüük!.. Vah ki ne vah!.. Aslında farzı-ı kifayedir cenaze namazı ama o an için sanki “farz” şeklinde telakki ettim. Hemen abdestimi alarak yetiştim namaza… Bir Selim vardı önümüzde ve bazı melekler de bu safta(*)
Ve Hoca Efendinin son sözü: “Hakkınızı helâl edin!”
Bir annenin evladı, anasının kucağından atlayarak bahçeye oyun oynamaya gitti bence; cennet bahçesine! Ufaktan yağmur atıştırıyor şimdi. Demek ki gökyüzü rahmetini yolluyor özellikle bu çocuğun üzerine. Yan taraftan bir ses geliyor kulağıma; “oyyy kahpe felek!” şimdi gidip desem ki ona; “her ne ararsan kendinde ara, o dediğin felek kahpe değildir Emmi” İnanıyorum ki bir ton dayak yerim bu ortamda. Ve vazgeçiyorum bu ince fikrimden!
Ben nereye gidiyordum. Onu unuttum bakın! Bir anda katıldım çocuğun tabutunun peşindeki kalabalığa. Sonra otobüs ve sonra asri mezarlık 2. Kapı… Çoğu zaman şahit olduğum türden görevler yapılıyordu Selim içinde... Benim beynimde Ömer Hayyam’dan bir dörtlük:
“Bu dünyaya kendi isteğimle gelmedim ben,
Şaşkınlıktan başka şeyim artmadı yaşarken.
Kendi isteğimle de gidiyor değilim şimdi,
Niye geldik kaldık, niye gidiyoruz bilmeden...”
Dünyaya yolladı Yaratan, sonra bir mühlet, şükür için üç beş nefes verdi. Sonra da aldı diyelim. “Takdir-i İlahi” diyebilmek de güzel şey bir yerde. Yoksa bu acılara dayanmanın dayanıksızlığına dayanmak mümkün olmazdı herhalde!
Ben bu gözlemlerimi, duygularımı satırlaştırırken gevezelik yaptığımın farkındayım elbet. Fakat bana şunu demeyin yeterli benim için: “Ateş düştüğü yeri yakar!” Biliyorum ki şu meşhur öykücü Hemingway böyle bir olayı gözlemlese sadece altı kelime ile benden çok çok daha iyi verirdi vereceği mesajı ve benden daha çok gözyaşı döker ve döktürürdü okuyucusuna. Ernest Hemingway’ın Nobel ödülü almasının sırrı da burada değil midir sizce de? Yazılarının; kısa, öz ve vurucu olması… Benim gözlemlediğim bu olayın belki de bir benzerinden sonra, şöyle yazmış olabilir hikâyecimiz hikâyesini: “Bebek ayakkabısı, hiç giyilmemiş.” Bu hikâyenin altı kelimelik olduğunu duymuştum oysa. Şimdi sayıyorum dört! Bunda bir eksiklik var derken hatırladım o iki kelimeyi daha; “satılık ilanı.” Şimdi oturdu sanırım bu hikâye yerli yerine: “Satılık ilanı: Bebek ayakkabısı. Hiç giyilmemiş.” İşte tüm acının özeti; hiç giyilmemiş…
Selim’e de alınmıştı mutlaka bir ayakkabı, fakat henüz bir yaşında olduğundan hiç giymemişti. Nerden çıkardın alındığını demeyin lütfen, bizde adettendir; doğmadık bebeye bile neredeyse çeyiz eşyası dizeriz sandık sandık! Keşke onları giyip oyun oynarken eskitebilseydi Selim. Hayattan alacağı henüz daha bitmemiş olsaydı, keşke düşlerinin peşi boş kalmasaydı..!
-----
(*): Bazı melekler, Müslümanlarla beraber cenazeye katılır (salih insanların) ve define iştirak ederler.
Ebu Davud 3177, Nesei 2057