Bizim bir vatanımız, vatan toprağımız var.
O topraklar üzerinde kurulmuş bir devletimiz de var. Adı Cumhuriyet, niteliği Laik, demokratik, sosyal, hukuk devleti.
Ve bu devlete vatandaşlık bağı ile, kan bağı ile, ruh bağı ile bağlı milletimiz var.
Dünkü yazımın başlığında da belirttiğim gibi, vatanımı, toprağımı, devletini ve bağlı milletimi korumak, canımız pahasına da olsa görevimizdir.
Ayrıca bu duygu, bizim DNA’mızda da vardır.
Dahası, bu topraklar vatan olarak, devlet olarak, millet olarak gençliğe emanet eden kurucu liderimiz Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere emanet ederken dediği gibi, bunları korumak için iktiyacımız olan kudret, damarlarımızdaki asil kanda da mevcuttur.
Bu vatanı, topraklarını, ilkelerini, milletini korumak için gerekli olan birinci kural ise “Hukukun üstünlüğü” ilkesidir.
XXX
AYM Başkanı Zühtü Arslanı, bireysel başvurusunun uygulamaya konulmasının 11. Yılı töreninde: "Bireysel başvuru olağan bir kanun yolu değildir. AYM bu süreçte, temel hak ve özgürlüklerin ihlali iddialarının, derece mahkemelerin karşılayamadığı durumda devreye girecek bir organdır. İş yükünün azaltılması ve bireysel başvurunun başarısı büyük ölçüde ihlal kararlarının gereğinin tam olarak yerine getirilmesine bağlıdır" dedi.
Peki, “Tam olarak” yerine getirecek makam neresi diye sorduğumuzda, AYM Başkanı Sayın Arslan’ın konuşmasının içinde cevabı var.
Yani “Derece mahkemeleri”, yani yerel mahkemeler, yani ilk başvurunun yapıldığı ve davanın görüldüğü mahkemeler.
Çünkü vatandaş veya devlet, ilk olarak yerel mahkemelerde konunun yargılanması ve karara bağlanmasını ama adalet içinde karara bağlanmasını talep ediyor ve daha üst mahkemelere gitmek istemiyor.
Bugün ülkede, yerel mahkemelerin verdiği kararların nedense hemen hepsi, karara bağlanırken “Temyiz yolu açık olmak üzere” diye bağlanır ve tümüne yakın davalar, hangi konuda olursa olsun, Yargıtay’a gider, Danıştay’a gider ve davalar bir de oralarda görülür ama karara bağlanana kadar kurbağanın gözü patlar. Bir davanın Yargıtay’da kesin karara bağlanması, en az iki yıl sonra olabiliyor.
O nedenle de şu deyim dilimize yerleşmiştir.
“Geç gelen adalet, adalet değildir” ve bu da dosdoğru bir sözdür…
Bir başka ilginçlik ise daha da komedidir…
Eğer davanız “Devlet” ile ise, haklı da olsanız, haksız da olsanız, kurumların avukatları, yerel mahkemelerce karara bağlanmış her davayı, temyizde de devlet aleyhine sonuçlanacağını bile bile Yargıtay’a taşımayı görev sayıyorlar…
Neden?
Sorumluluk almamak, “Neden yargıtaya götürmedin” lafını işitmemek için…
Bu uygulamanın o kadar çok örneği var ki…
Ama bu, hukuk değildir.
Eziyettir, hukuksuzluktur, adaletin devlet eliyle geciktirilmesidir.
XXX
İşte üke olarak geldiğimiz yer, durduğumuz nokta ve baktığımız yön, AYM Başkanı Sayın Zühtü Arslan’ın ifadesinde açıkça belirtilmektedir.
Ve üzerine söylenecek tek bir cümle de bana göre yoktur.
Demem o ki, hiç kimse bu ülkenin köşe taşları, taşıyıcı kolonları ve gök kubbeleri ile oynamaya kalkmasın…
Çünkü gün olur, oynayanlar altında kalır ama millet olarak bizler hep ayaktayız…
Biline…