Gurbet, yaşamayanların bilemeyeceği bir acıdır…
Sözleri Şairlerimizde Kemalettin Kamu’ya ait şarkıda olduğu gibi…
Gurbet o kadar acı ki ne varsa içimde
Hepsi bana yabancı, hepsi başka biçimde
Ne bir arzum ne emelim, yaralanmış bir elim
Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde
Eriyorum gitgide, elveda her ümide
Gurbet benliğimi de bitirdi bir içimde
Nerede, nasıl ve hangi koşullarda yaşarsanız yaşayın, her zaman içinizde yüreğinizde bir acı vardır, dinmez, dindirilemez.
Ben, lise yıllarımın bir bölümünü ve askerliğimi Ankara’da geçirdim. Bilirim Ankara’yı severim de. Daha sonra 1992 yılında tekrar, bu kez yerleşik ve iş gereği Ankara’ya geldim ve o yıldan bu yana Ankara’dayım…
Sülalemin bir tamamı, dostlarım, arkadaşlarımı Kayseri’de bırakıp Ankara’ya yerleşmiş oldum.
Geçen yıllar içinde imkanları elverdiğinde soluğu Kayseri’de alır, memleketimin, Erciyes’imin havasını solumaktan zevk alırken…
Ne yazık ki yaş ilerledi, araç kullanamaz oldum.
Belli rahatsızlıklar nedeniyle günlerim, doktorların kontrol takvimine göre programlı. Hadi dediğimizde, kontrol günü gelmiş oluyur, kıpırdıyamıyoruz.
Bütün bu acılara rağmen, günlük yazılarımla sizlerle buluşurken, zaman zaman da arkadaşlarımla telefon görüşmeleri yapıyor, hasret gidermeye çalışıyorum.
Önceki gün böyle bir görüşmede, dostum, arkadaşım, Mehmet kardeşim ile görüşürken, konu Sahabiye Mahallesi’ne geldi…
Nasıl dedim, yeniden yapılaşma devam ediyor mu?
Daha önce başka arkadaşlar da anlatmışlardı…
Sahabiye Mahallesi’nde yeniden yapılaşma (Dönüşüm) uygulanmak üzere üç yüksek bina yapılmış. Etrafındaki evlerden bazıları da yıkılmış ama öylece kalmış…
Peki, geriye kalanlar?
Çünkü o mahalle benim bildiğim kadarıyla 1954 yıllarında yapılaşmaya başladı. Rahmetli Osman Kavuncu’nun imar hareketi ile bazı kamulaştırmalar yapılırken, ev sahiplerine buradan arsalar verildi ve “Evlerinizi de kendiniz yapın” denildi. Zaten tamamına yakını 2 veya 3 katlı, bahçeli evler.
Dedem rahmetli Arabacı Mustafa Emmi’nin evi de eski Adıyla Enstitü Caddesi üzerindeki tek yonu taşı ile yapılmış evdi. Bir tarafında Postaağasının evi, öteki yanında Kuşoğlu’nun evi. Arka sokağında öğretmenin evinde, Kuşoğlu’nun evinin yanındaki Akmaz Çeşmeli evde, onun karşısındaki, rahmetli eşi ile birlikte dünyanın yüreği sevgi ile dolu Fahrettin Aksoy ağabeyin evinde yıllarca oturdu.
Doğduğum mahalle, Emirağa Mahallesi idi, şimdi yerinde yeller esiyor, yüksek yapılaşma ile beton yığını, mahallemin adım bile ortadan kaldırıldı. Ancak benim kimlik kartımda halen Emirağa Mahallesi yazıyor. Biri incelese de “Kardeşim Kayseri’de Emirağa Mahallesi diye bir mahalle yok, bu sahte kimlik” dese, haklı
Peki şimdi ne oldu o mahallere?
Ne olduğu, şaka mı ciddi mi bilmem ama, Kayseri’nin girişine bir levha koymuşlar.
“Kayseri/ Sığınmacılar şehri” diyor, rakımı ve nüfusu veriyor…
İşte o sığınmacıların büyük bir bölümü, yaklaşık 70 yıllık Sahabiye Mahallesi’ne çöreklendikleri gibi, adını de “Şenlik Mahallesi” diye değişsin istemişler.
Hani bir şiir vardır, Ahmet Kutsi, Tecer’in…
Şöyle anlatır şiirin tamamında köyünü, sılasını, doğduğu yeri…
Orda bir köy var, uzakta,
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.
Orda bir ev var, uzakta,
O ev bizim evimizdir.
Yatmasak da, kalkmasak da
O ev bizim evimizdir.
Orda bir ses var, uzakta,
O ses bizim sesimizdir.
Duymasak da, tınmasak da
O ses bizim sesimizdir.
Orda bir dağ var, uzakta,
O dağ bizim dağımızdır.
İnmesek de, çıkmasak da
O dağ bizim dağımızdır.
Orda bir yol var, uzakta,
O yol bizim yolumuzdur.
Dönmesek de, varmasak da
O yol bizim yolumuzdur.
XXX
Başta Büyükşehir Belediye Başkanımız, Dr. Memduh Büyükkılıç olmak üzere, tüm yerel yöneticilere sesleniyorum.
Böylesi bir yerleşme…
Böylesi bir yapılaşma sonrasında, ciğerim yanıyor, yüreğim paramparça…
Allah kimseyi gurbet ile sınamasın…
Başka ne diyeyim ki!...