Şubat ayının 6’ıncı günü, sabah saat 04,15 suları…
Kahramanmaraş merkez olmak üzere, Hatay, Adıyaman, Malatya, Diyarbakır, Gaziantep, Şanlıurfa, Adana, Osmaniye ve Kilis illerinde 7.8 şiddetinde yer sarsıntısı meydana geldi.
Bugüne kadar gördüğümüz en büyük yer sarsıntısı idi…
O gece, Ankara’da evimizde bir çatırtı ile uyanmıştık. Gecenin o saatinde anlam vermediğimiz sarsıntının nedenini, sabah kalktığımızda televizyonlardan öğrendik…
Eyvah…
Torunum ve annesi Adıyaman’da idi. Sömestre tatili için dedesi ve anneannesinin yanına gitmiş, o sabah da uçakla İstanbul’a döneceklerdi…
Telaşla telefona sarılıp, durumları hakkında bilgi aldım. Şükür üzücü bir haber yoktu. Onlar, o gün İstanbul’a dönmek üzere yola çıktılar.
Tam o sırada Yüksekova’dan Besra aradı…
Marien Besra Kaya, o da manevi torunum; “İbrahim amca, babam Hatay’da idi haber alamıyoruz.”
Teskin etmeye çalıştım, Hatay’ı aradım, oradaki dostları…
Ulaşabildiklerim, “Hatay haritadan silindi ağabey, ayakta kalan bina sayısı sayılı” dediler. Otel adı verdim, araştırın dedim ama haber yok.
Canım, kardeşim, Esendere’deki sağ kolum, manevi torunlarımın babası, Müzeyyen kızımın kocası Eşref Kaya, Oğlu Hazar ile Hatay’da göçük altındalar.
Aile hep orada…
Soruyorum “N’oluyor” diye, sadece “Bekliyoruz, müdahale eden yok” diyorlar. Aradan iki gün geçmiş ama ümidimizi yitirmemeye çalışıyoruz. Onlara “İnşallah sağ salim çıkarlar” diyorum, kendimi de inandırmaya çalışıyorum…
Perşembe günü, daha haber yok, göçük altındalar…
Ve sonunda, cansız bedenlerine ulaşılıyor, alınıp Esendere’ye dönülüyor…
Onlarla ağlamaktan konuşamıyorum. Anca mesaj gönderiyorum, “Bağışlayın” diyorum.
Elbette acıları acılarım…
Ama en çok beni bitiren şey ne biliyor musunuz?
Ben manevi kızım, babasından Eşref’e istediğim, düğününü yaptığım Müzeyyen’e telefon açıp başın sağ olsun diyeceğim de gözyaşlarım durmuyor ki…
Bu yazıyı yazarken bile arada bir görmez olan gözlerimin yaşını silerek anca yazıyorum…
Ya Besra’ya ne diyeceğim?
Aslında O’na diyeceğim var, telefonda söyleme gücüm olmasa da yazarak söyleyeceğim…
Besra, bu sene üniversite giriş sınavlarına iddialı hazırlanıyordu. Eşref ile konuşurken “Çalışıyor abi, inşallah istediği yeri kazanacak, okumasını o kadar çok istiyorum ki” diyordu…
Bak Besra…
Elbette acın çok büyük, senin acını başkasının yaşaması olası değil…
Ama…
Diyeceğim şu…
Baban, senin okumanı o kadar çok istiyordu ki…
Şimdi o acıları yüreğinin bir köşesine toplayacaksın ve idealin olan okulu kazanacak, okuyacak, bitirdikten sonra babanın huzuruna çıkarak “Hayallerini gerçekleştirdim baba” diyeceksin…
Üniversite sınavını kazan okumayı, babanın son arzusu sayacaksın Besra…
Vasiyeti sayacaksın…
Ayrıca Besra…
Yeter ki sen üniversiteyi kazan, bundan sonra “Nasıl okuyacağım” diye düşünme, çünkü bu konuda sana olumlu bir haberim var.
XXX
Sırası mı bilmem ama sizlerle bir “Aile” olarak çok güzel günlerim anılarım oldu…
Esendere’deki evin bir odasını bana tahsis etmişlerdi. Eşref ile orada başbaşa sohbet ederdik.
Müzeyyen’e kafayı takmıştı, “Merak etme oğlum, gider babasından isteriz” dedim, gittik istedik, biraz zor da olsa aldık.
Düğünü evinizde oldu. Gençler Şemmame ile halay çekiyorlardı. Sözlerini anlamasam da çok beğenmiştim Şemmameyi.
Murat Baran’ın halay başı çektiği oyunda, o halayı ilk kez görmüştüm, muhteşemdi…
XXX
Senin kadar olur mu bilmem ama Besra, acım çok büyük, kardeşimi kaybettim, torunum Hazar’ı kaybettim ben de.
Benim de senden istediğim, babanın “Vasiyet” gibi son isteğini yerine getir…
Lütfen… Yeter ki kazan, gerisi hiç sorun değil…
XXX
Bugün Pazar, depremin üzerinden tam 7 gün geçti…
Bu acı, bu acılar ne zaman hafifleyecek, bilemiyorum…
On ildeki yıkıntının altında daha çok bekleyen var. Canlı mı çıkacaklar, cansız mı, belli değil.
Söylenecek, yazılacak o kadar çok şey var ki, hem yazamıyorum, hem de yazmaya gücüm yetmiyor artık.
XXX
Duygularımı anlatacak o kadar çok olay var ki…
Kahramanmaraş’a telefon ediyorum…
Karşımdaki; “Abi… Sen burada yaşadın, bilirsin, Maraş yok artık” diyor…
“Peki” diyorum, “Uzunoluk caddesinden eski tarihi belediye binasına kadar olan sağlı sollu eski Maraş, çarşılar?”
Telefondaki; “Yok abi yok, hepsi yerle bir” diyor, “Sadece tarihi belediye binası ayakta ama hasarlı” diyor…
“Ovadaki yerleşim yerleri?” diyorum…
“Çoğu yıkıldı” diyor…
Kahramanmaraş’taki o düz ovanın santimetre karesinde ayak izlerim var. O ovaya yüksek yapı yapan akıl işi mi, düşünmek gerek…
Yaşadığımız deprem, asla “Kader” olamaz, bunun adı düpedüz “Akıldan yoksunluktur” biline…
XXX
Türkiye’nin hemen her yerinde gerekli teknik vasıflara uygun olmayan dikine yapılaşmaya izin verenler, insanların ölüm fermanını imzalayanlardır…
Elbette yapı tekniğini göz ardı edip de sadece haksız kazanç elde etmek için çalışanlara.
Kayseri de buna dâhil…