“Tarih” denilince, sadece dinlerin, dünyanın, ülkelerin siyasal tarihini kapsamaz.
Tarih, aktı karaydı, uzundu kısaydı, sarışındı kumraldı gibi tanımlamalarla da ayırmaz.
Ancak, akıllıydı akılsızdı, ahlaklıydı ahlaksızdı, bilirdi bilmezdi, çalışırdı çalışmazdı, faydalı idi faydasız idi gibi nitelikleri ile ayırabilirdi.
Tarih, sadece geçmişin hikâyesi değildi. O nedenle tarih bilgisi için “İbret alınsaydı, tarih tekerrür (Tekrar) etmezdi” diye toplum uyarılmazdı.
Tarih, insanlığın kuruluşundan bu yana, her şeyi anlatır, siyaseti anlatır, bilimi anlatır, sosyalleşmeyi anlatır. Anlatır ama yorum yapmaz, olduğu gibi dosdoğru anlatır, çarpıtmadan anlatır.
O nedenle her kim olursanız olun, gerek işiniz ile ilgili gerek geçmişinizle ilgi tarihi bilgilere sahip olmuyorsanız, bilesiniz ki cahilsiniz.
Tarih biliminin, bilimler arasında önemli bir yeri vardır.
Bilirseniz, işlerinizi yaparken, karar verirken, devlet yönetirken doğru karar verirsiniz.
Diğer yandan, “Tarih” ilminin ideolojisi de yoktur.
Eğer bir ideolojisi olsaydı, hiç kuşku yok ki o ideoloji “Doğruluk” olurdu. Zaten tarih de doğruları anlatır.
XXX
Bu konuyu açmamın nedeni, gerek toplumun, gerek yöneticilerin “Tarihi bilmek” konusunda oldukça zayıf olduklarını düşünüyorum.
Ya da ideolojilerini, tarihe bakış açıları ile çarpıtmaları ve uygulamalarıdır.
Cuma günü 30 Ağustos zafer bayramı idi…
Ülkemizde toplumun büyük bir bölümü, bugün kendilerine “Vatan” olarak verilen, adeta şehitler, gaziler ve komutanlar eli ile hediye edilen Anadolu topraklarında özgürce yaşamanın sevincini kutladılar.
Bundan sonra da aynı şekil ve amacıyla her yıl, sonsuza kadar da kutlamaya devam edecekler.
XXX
Anlamak istemeyenler ise, tarihi bilmeyenlerdir.
26 Ağustos 1071 Malazgirt Meydan Muharebesini canla başla kutlayanlar, 30 Ağustos Zaferinin de aynı çizgide olduğunu bilenlerdir.
Selçuklu Hükümdarı Alparslan, Orduları ile yıllarca hayalini kurduğu Anadolu’ya geçerken, Malazgirt ovasında Bizans İmparatoru ve Ordusu ile karşılaştı.
Biliyordu ki karşısındaki orduyu yenmeden Anadolu toprakları yurtları olamayacaktı.
Bu azim ve irade ile girdikleri savaşta galibiyete ulaştılar, Bizans İmparatoru ise, o zamanki adıyla Konstantinopolis’e kadar arkasına bile bakmadan kaçtı.
Sonra Selçuklu Devleti, Anadolu’nun içlerine doğru yürürken, geçtikleri yerlerde hanlar, hamamlar, medreseler, külliyeler, camiler, kümbetler yaparak bir kültür mirası bırakarak geçtiler.
Kısacası, Anadolu’nun ilk kez fethi idi 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi.
Sonra Osmanlı hanedanlığı oluştu, imparatorluklar kurdu, büyüdü, hâkimiyet alanını genişletti.
Emperyalist devletler, “Geçilmez” olan Çanakkale’yi Osmanlının zafiyeti ile geçti, İstanbul’a yerleşti. Anadolu’nun dört bir yanı işgal edildi.
İşte bu süreçte, “Topkapı sarayı önüne demirleyen savaş gemilerini gören Mustafa Kemal Paşa, “Geldikleri gibi giderler” diyerek, en son 30 Ağustos 1922 tarihindeki Başkumandanlık Meydan Muhaberesi ile ikinci kez Anadolu’yu Türk yurdu haline getirdi, fethetti.
İkinci bir fethi daha var, o da İstanbul…
Bu iki zaferi hangi gerekçe ile birbirinde ayırıp ayrı anlamlar yüklemeye çalışırsınız ki?
XXX
Gelelim Diyanet İşleri Başkanlığının ayıbına…
Diyanet İşleri Başkanı, 30 Ağustos Cuma hutbesinin sonunda şöyle diyor…
“Bu vesileyle Bedir’den Malazgirt’e; Çanakkale’den 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne; 15 Temmuz’dan günümüze kadar î’lây-i kelimetullah aşkıyla üzerinde özgürce yaşayabileceğimiz bir vatan için canlarını feda eden aziz şehitlerimizi, ahirete intikal eden kahraman gazilerimizi ve devlet büyüklerimizi rahmet, minnet ve şükranla yâd ediyorum.
Burada “î’lây-i kelimetullah” anlatımı, açıklamaya muhtaçtır. Çünkü bu Arapça düzenlemeyi kimse bilmez.
İ’lâ-yi kelimetullah tabiri, Allah’ın dininin ve tevhid inancının yüceltilip yaygınlaştırılması yolunda gösterilen gayret demektir.
Tevhid ise; Allah'ın birliğine inanma, bir sayma, bir ve tek olarak bakma demektir. Bir başka anlatımla Kelime-i şahadettir.
Ayrıca…
Bedir’in Malazgirt’in; Çanakkale’nin ve 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin iyi anlamak gerek.
Savaşlardan söz ederken, komutanlarının adından söz etmemek, başka bir gaflettir.
Başında bulunduğunuz kurum, Gazi Mustafa Kemal’in emri ile zamanın Ankara Müftüsü Mehmet Rifat Börekçi (Börekçizade Rifat efendi) tarafından kurulmuş ve kuruluş amacı da topluma dini doğru anlatmak ve din hizmetleri vermekti.
Yorum, okuyucunun…
XXX
ÖZELLİKLE VE ÖNEMLE TEKRAR ETMEK İSTİORUM Kİ, TARİH BİLMEMEK CEHALETTİR…