Önce bir derdim var, onu anlatayım…
Telefonum çalıyor, bakıyorum, benim için “Malum” kişi. Açmasam bir türlü, açana kadar çaldıracaktır. Açsam bir türlü, yine kim bilir ne diyecektir.
Açtım, biraz sert, biraz kinayeli, “Buyur…” dedim…
“Dinledin mi, dinledin mi?”
Neyi dinleyeceğim?
“Devlet Bahçeli’nin grup toplantısındaki konuşmasını…”
“Dinledim, n’olmuş?”
“Ne diyon sen buna?”
“Sana ne la, sana ne… Ne diyorsam diyom, sana ne?”
“Bileyim yav, ne kızıyon ki…”
“Allah diyom, Allah… Var mı diyeceğin?”
“Hııı… Seni hınzır seni, aldım cevabımı, hadi eyvallah…”
Kapattı ya yüzüme telefonu…
Arıyor zaman zaman, bazen güldürüyor, bazen sorguluyor, bazen de böyle sinirlerimi zıplatıyor…
XXX
Gelelim konuya…
“Takvim yaprakları 13 Ocak 1921 gününü gösteriyorken...
Yer, TBMM Meclis genel kurul salonu.
Ve Başkan Gazi Mustafa Kemal Paşa kürsüde…
Birinci İnönü Zaferi'ni anlatıyor. Meclis sıralarından yükselen alkışlar, salonun ortasındaki odun sobasından yayılan cızırtılara karışıyor. Atatürk sözlerini şöyle bitiriyor…
“Milletimiz bugün, bütün geçmişinde olduğundan daha çok ümitlidir. Bunu ifade etmek için şunu arz ediyorum. Kendilerinin tabiriyle, cennetten vatanımıza koruyucu olan merhum (Namık) Kemal demiştir ki: ‘Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini, Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini'
İşte bu kürsünden bu meclisin başkanı sıfatıyla meclisi oluşturan bütün üyelerin her biri adına ve bütün millet adına diyorum ki:
Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini, bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.”(Alıntı)
XXX
Bu tarihlerde, vatan kurtarmak için elde silah, millet olarak düşmanlara karşı meydanlardaydık…
Bugün nerede miyiz?
Bugün de vatan topraklarında meydana gelen felaketin acılarını paylaşmak, kayıplarını bölüşmek için yine vatanımızın o bölgesine, o vatan sathında, olay yerinde çaba harcıyoruz.
Bütün kötü sözlere rağmen…
XXX
Geçtiğimiz gün, Kayseri’nin altında geçen uyuyan bir fay hattı olduğunu yazmıştım. Yayınlandığı gün Jeoloji Mühendisi Sayın Mustafa Umut Özdemir bir açıklama yaptı ve Kayseri’den üç fay hattı geçtiğini söyledi…
Telefonunu buldum ve kendisini aradım. Beni sabırla dinlediğin için öncelikle kendisine teşekkür ediyorum.
Fay hatları konusunda bilgiyi verdi, ben bir soru sordum. Dedim ki “Kayseri’de yüksek katlı binaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Ovadaki eski Kayseri’nin altı su” dedim…”
Anlattı…
Binaların yüksekliğinin sorun olmadığını, önemli olanın, yüksek katlı binaların üretiminde temel ve inşaat üretme koşullarına uyulup uyulmadığıdır dedi…
Doğru, zaten derler ya, “Deprem öldürmez, insan öldürür” diye.
Japonya’da her gün deprem oluyor, bir tek bina bile yıkılmadığı gibi, bir tek can kaybı bile olmuyor.
Peki, bizde neden oluyor?
XXX
Sayın Mehmet ÜNER ağabeyimiz de aynı şeyi söyledi. İnşaat kurallarına uyarsanız, deprem yıkmaz…
Ancak benim Kayseri’de yüksek katlı binalara karşı çıkışımın nedenleri farlı…
İnşaat kalitesine güvenmediğimi geçelim…
Elbette her inşaat güvensiz değil…
Benim karşı çıktığım esas konu, yıkılıp yeniden yapılan binalarla, tarihimizi de kültürümüzü de yıkıyoruz ve tarihsiz, kültürsüz bir kent yaratıyoruz.
Pervana yazısını betonarmeye teslim ettik, oysa orası Kayseri’nin sebze yetiştirme merkezi idi, bir kültürü vardı…
Elinizden gelse, Karpuzatan’ı da yıkıp beton yığını haline getireceksiniz ya, neyse ki havaalanının yaklaşım hattına denk geliyor.
Oysa Gömeç yelini almadan sucuk pastırma da olmaz…
XXX
Sözlerinizi duyar gibiyim…
Çağın gerisinde kalmış adam…
Kafası örümcek ağı ile kaplı adam…
Ama bunu düşünenlerin bilmediği şey şu; Tarih ve kültürsüz vatan ve millet olmaz. Öğrenmeye çalıştığınızda çok geç kalmış olacaksınız ne yazık ki…