Dedim ya…
Yazılarımda siyasete girmeyeceğim…
Sor ki; “Korkuyor musun?”
Yok, korktuğum filan yok da adıma korkanlar var.
De ki; “O zaman yazma be kardeşim, derdin ne?”
Cevap şöyle…
Bu yaşta akıl sağlığımı yerinde tutmak için…
Bizim Devrin Şeyh-ül Muharririn Unvanlı gazetecisi Burhan Felek, 1974 yılında bu unvanı alırken, dünyanın en yaşlı gazetecisi idi.
İstanbul’da 1889 yılında doğan Rahmetli Burhan Felek, 4 Kasım 1982 yılında kaybettik.
Arada bir “Recebin Kahvesi” diye yazdığı yazısına, O’ndan esinlenerek “Kemal Dayının Kahvesi” diye yazdığım oluyor.
Oysa O, bu köşe yazısını her Pazar günü yazardı.
Karakterleri konuşturur, siyaseti onlar üzerinden yapardı.
Benim amacım da şu…
Yazarsam, zihnim dinç kalır diye düşünüyorum, onun için burada aklıma ne geldiyse yazıyorum.
Arzum, o yaşlara gelene kadar yazabilmek…
XXX
Bugün konu yine siyaset değil.
Konu Anacığımdan anılar…
Küçük yaşta, sokakta mahallenin erkek çocukları ile oynar ve onları döverken “Gelin olacaksın” demişler, 16 yaşında evlendirmişler…
Dedem Rahmetli Arabacı Mustafa Emmi (Lök) iki hanımdan doğan 13 çocuktan sonra hayatta kalan ilk çocuk olduğu için el bebek, gül bebek yetiştirmiş.
Şöyle derdi; “Beni Babam şımarttı, kocam şımarttı, oğlum şımarttı, ben aklıma estiği gibi yaşarım.”
Aynen böyle idi. Lafını sakınmaz, içime atmaz, doğrudan hedefine yollardı.
Ama bir de beni terliğin tersi, süpürgenin sapı ile dövmenin dışında, komedi gibi işleri vardı…
XXX
Biri şöyle…
Senenin son aylarında babamın tayini Zonguldak’a çıktı. Kayseri’den toparlandık, eşyalarımızı trene yükledik, kendimiz de trene bindik, yıl 1956 ve o günün koşullarında bilmediğimiz bir yere doğru yola çıktık.
Şehir Kadastrosunda çalışıyordu babam rahmetli.
Zonguldak’tan bizi o zaman Nahiye olan Kilimli’ye gönderdiler, gittik.
Gelelim esas anlatmak istediğim konuya
XXX
Babam, sürekli arazide…
Hem arazide olup hem de evin Pazar ihtiyaçlarını almak zor oluyordu.
Bir gün anneme; “Komşularla pazara git, onlar nasıl alışveriş ediyorsa sen de et” dedi ve eline parayı tutuşturdu.
Anacığımın okuma-yazması yok, para hesabını da bilmez. Ama komşuları yardım edecek ya, filesini alıp onlarlar birlikte pazarın yolunu tutar.
Alışverişini yapar, gelir evde yemeğini de yapar, akşama hazırdır her şey.
Akşam toplandık soframızın başına, yemeğimizi yedik.
Babam; ”Getir bakalım meyve ne aldıysan” dedi.
Anacığım “Meyve almadım ki” diye cevap verine, “Neden?” dedi babam.
Anam gayet sakin cevap verdi: “Filede yer kalmadı…”
Babam, param yetmedi diyecek sandı galiba ki “Ne aldın da filede yer kalmadı” deyince anacığım sıralamaya başladı…
“Filenin tabanına iki kilo patates, iki kilo soğan aldım…” deyince babam şaşkın şaşkın bakmaya başladı. Aslında anacığım daha neler aldığını sıralayacaktı ki babam; “Hatun; Kayseri’den gelirken bir çuval patates, bir çuval soğan getirmedik mi? İçeride patates soğan yok mu?”
Anacığım çok sakin devam etti anlatmaya…
“Adet öyleymiş, onlar ezilmez diye filenin altına konurmuş da ondan…”
“Tamam” dedi babam, “Peki meyve neden almadın?”
Anam; ”Filede yer kalmadı dedim ya… Herkes ikinci, üçüncü file götürmüş, ne bileyim ben, dolunca alamadım…”
XXX
Anacığım bunun üzerine bir süre Pazar alışverişine gitmedi sinirinden.
Sonra konudan beraber gittikleri komşularının haberi oldu da, ikna ederek tekrar götürmeye başladılar.
Ondan sonra da zaten tüm Pazar alışverişlerini anam halleder oldu.
XXX
Yarın size yine Anamdan söz edeceğim ve “75 kuruşluk gibi” anısını anlatacağım…
03 OCAK 2023