Özellikle yazılı ve görsel basında en başarıyla (!) yapılan işlerden birisi de özellikle siyasi konuların üzerinde ter ter tepinmek, ahkâm kesmek, geriden geriye okuyup üflemektir.
Son günlerde başka hiçbir iş kalmamış, hiçbir sorun yokmuş gibi, muhalefet partilerinin “Değişim” söylentileri üzerine tepiniliyor.
Yanlış anlaşılmasın, basının tümünde bunu hepimiz yapıyoruz.
Hadi diyelim ki basının görev, Yasama, Yürütme ve Yargı yanında bir güç olma özelliği ile gerek iktidar, gerekse muhalefeti takip etmek, egemenliğin sahibi olduğu milleti aydınlatmak olsa da, bunu da “Gazeteci” kimliği ile yapanların sınırlı olduğunu ifade etmek zorundayım.
Özellikle görsel medyada “Konuk” veya “Sürekli katılımcı” sıfatıyla program yapanların, katılımcıların ortaya konulan siyasi, ekonomik ya da başka konularda ne diyeceklerini, fikirlerinin ne olduğu ezbere bilir olduk.
Konuşmalarının hangi yöne gideceğini, programa başladığımızda artık biliyor olduk.
Bir de olaylara bilimsel açıdan bakan, fikir ortaya atan akademisyenlerimiz var.
Olaylara bir hastalık olarak bakarsak…
Öncelikle hastalığı teşhiste ortak bir noktada buluşmak gerekirken, hepsi ayrı telden çalarken, ne yazık ki tedavi yönteminde de aynı yönde davranıp ayrı önerileri ortaya koymaktadırlar.
Diyeceğim o ki, toplumun her kademesi, düşünerek veya düşünmeden bir konu üzerinde ter ter tepinmek, car car konulmak gibi bir özelliğimiz var.
Deseniz ki “Gel kardeş… Sen de –elinden vazgeçtik- parmağını taşın altına koy” desek, dran dran kıçlarını dönüp kaçmak gibi eğilim huyuna sahibiz.
XXX
Türkiye’nin gerek siyasi, gerek ekonomik, gerekse partiler içinde sorunlar belirgin şekilde ortadadır.
Konu, milletin egemenliğinin kendisinde olduğu bilinci içinde olaya el koymasının zorunlu olduğudur. Bunun yolu da boyumuza kadar günlük değil ama uzun sürece yayılmış siyasetin içinde olmasıdır.
Bu noktada bana şu soruyu sorma hakkına sahipsiniz…
Sen de bu kadar car car konuşurken, bugüne kadar önerdiğin konuda ne yaptın?
Soru, yerinde bir soru…
XXX
Görev mi?
Yaptım…
Kıbrıs sorunu sırasında 1957 yılında, siyah papaz elbisesinin içine talaş basıp, Antalya Cumhuriyet Meydanında “Ya taksim ya ölüm” diye bağırırken, maketi ateşe verenlerin içindeydi, yaşım küçük olsa da…
Yine 1959-1960 yıllarında DP iktidarını meydanlarda protesto eden gurupların içindeydim.
Başka? 1980 yılındaki siyasi mücadelelerinin de içindeydi…
Sonra da, 1984 yılında ANAP’ta 5 yıl hem konuşan, hem yazan bir kimlikle Kayseri Belediye Meclis üyeliği yaptım.
ANAP’ta İl Yönetim Kulu üyeliği yaparken, dönemin genel başkanının karşısına dikilen kişiyim…
2007 yılında Kayseri Melikgazi Belediye başkanlığına DYP’den aday olmuşum, kazanma şansım olmasam da…
DYP’de il yönetim kurulu üyeliği…
DP’de Genel Merkezinde, Seçim işlerinden Sorumlu Başkan yardımcısı, Sayın Osman Çilsal’ın dışarıdan atanmış yardımcılığı görevini yürütmüşüm.
Aynı dönem, yani 2011 yılında Bursa’dan milletvekili adayı, aynı dönemde DP’nin YSK’da temsilci üyeliğini yapmışım…
Sonuçta…
Belli bir yaşa gelmiş, meydanda gençlerin olması gerektiğine inanarak siyaseten çekilmişim.
XXX
Benim konuşma hakkım bu gerçekler altında var.
Ancak “Konuşma hakkını” deneyimleri aktarma çabası içinde olmalı ki ben onu yapmaya çalışıyorum…
O zaman şunu söyleyeceğim gençlere…
Bilgi sahibi olun ve elinizi değil, ülkeniz için gövdenizi taşın altına koyun…
Aklınızı ön planda tutarak, düşünün, bilimin gerçeği ışığında aktif siyasetin içinde her yerde olun…
Herkes car car konuşsun, ter ter tepinin ama siz gençler, konuşan ve tepinenlere karşı siyasetin içinde olun lütfen…
Çünkü…
Kim ne derse desin, gelecekte yönetim sizde, gelecek de sizde…
Dahası, ülkeniz geleceği size emanet edilmiştir.
Bu emanetin kıymetini bilin…