Gerçekten ağladım dün sabaha kadar…
Öyle durumun akıl almaz felaket olduğunu anlatmak için söylediğim bir söz değil, ağladım, ağladım ve ağladım…
Hele o felaketin içinde yaşayan yakınlarınız varsa çok doğal değil mi?
Söyledim durdum şarkının sözlerini, ağladım, ağladım da ağladım…
“Bu gece bir başka çöktün içime
Seni andım durdum sabaha kadar
Okudum bendeki tüm mektupları
Okudum ağladım sabaha kadar…”
Okuduğum belki mektup değildi…
Beklediğim vardı sabaha kadar.
Beklediğim haber…
XXX
Adıyaman’a dedesinin, anneannesinin yanına sömestre tatiline giden torunum vardı.
Onu hafta sonu almayan giden annesi vardı.
Anlatıyordu torunum babaannesine…
“Babaanne, gece karyola bir o yana gitti, bir bu yama, bir o yana, bir bu yana. Hemen kapının altına oturduk annem ile beraber. Buzdolabının kapağı açılmış, her şey yerlere dökülmüş, camlar kırılmış babaanne…”
Daha sekiz yaşının içinde bu çocuk…
Ve deprem ile yaşadığı bu ruhsal sarsıntıyı atlatabilecek mi? Yıkıntıların içinden geçerken gördüğü manzaranın etkisini…
XXX
Daha sonra dedesi, anneannesi, annesi ile birlikte yola çıkıyorlar, babası ile bir noktada buluşmak üzere.
Pazarcık’ta yollar kapalı, dönüyorlar Nurdağı’na…
Köprü yıkılmış, yollar patlamış, geçit vermiyor.
Dönüyorlar Kahramanmaraş yoluna…
Benzin?
Benzin yok ki araca benzin alalar. Sonra bir şekilde benzin işini hallediyorlar ve Göksun, Sarız, Pınarbaşı üzerinden Kayseri’ye ulaşmak üzere yola çıkıyorlar…
Kar var…
Tipi var…
Zaten o yol, kış mevsiminde rahat bir yol değildir, yıllarım geçti o yollarda. Ya geceler boyu kaldım, ya da geçene kadar anamdan emdiğim süt burnumdan geldi, ama yine de her zaman yılmadan gittim, bilirim o yolların zorluğunu…
Oğlum İstanbul’dan çıktı, gece yarısı, her türlü hava koşullarına göğüs gererek, yollarda bekleyerek Kayseri’ye ulaşabildi…
Sonunda sabaha karşı saat 4 sularıydı, beklediğim haber geldi…
“Merak etme, Kayseri’de buluştuk…”
Merakım belki geçti ama tuttu mu beni bir ağıt?
Yaşamayan bilmez dostlar, bilmez bu acıyı, acının sevince dönüşümün getirdiği ağlama tufanını…
Bu satırları yazarken bile ağlıyorum…
İran’dan can Dostum Mehdi Zamani aradı. Telefon açılınca bile cevap verirken hala ağlıyorum, anlatamıyorum yaşanan felaketin büyüklüğünü…
Şehirler çöktü de çöken sadece şehirler miydi?
XXX
Yine dün sabah, Yüksekova’dan “Torunum” diye söz ettiğim, değer verdiğim, sevdiğim, Üniversite sınavlarına hazırlanan Besra Kaya aradı…
“Baban ile kardeşim Hatay’da idiler, ulaşamıyoruz…”
Bu yazıyı yazdığım 7 Şubat 2023 gün ve saat 13.05’e kadar halen haber alabilmiş değiliz. Bir otelde kalıyorlardı, otelden haber yok, onlardan haber yok.
Aile, bu saatte Hatay’da otelin önünde bekleşiyorlar.
Eşref’in babası Fuat Kaya; görüntüyü tarif ediyor…
Soruyorum, “Otel yıkılmış mı?
Cevap, “Yıkılmamış ayakta duruyor ama, görüntüye göre iki kat yerin altında!!!???”
Devam ediyor; “Kimse yok, yardım eden yok, müdahale eden yok, otelin sahibi ortada yok, ne yapacağımızı şaşırdık, bekliyoruz.”
Güzel bir haber alarak ağlamak istiyorum.
Bekliyorum…
XXX
Basın haberleri değil, bölgeden bizzat konuşarak aldığım bilgilere göre…
Çöküntü altında kaldık…
Çöktük, bittik, elden gelen bir şey de yok, olan da, olması gereken de yerinde yok…
Yardım yok…
Yardıma gidecek ekipler de zaten gidemiyorlar bu saate kadar.
XXX
İzninizle…
Ben biraz daha ağlayacağım, çünkü dayanma gücüm kalmadı artık…
Sevincime de ağlayacağım, üzüntüme de…