Yazıya başlığı attım, telefon çaldı…
Bilinen ses, bilinen kişi…
Adam gıcık abi, önce bi hal hatır sorar insan. Sonra ne yazacağımdan sana ne? Bulurum bi şey, yazarım, sen de okursun gazeteden…
Ama olsun, kırmaya gelmez, severim keratayı…
Adam muzır abiii…
XXX
Elbette yazılacak o kadar çok konu var ki, yazdıktan sonrasını düşünmeden edemiyoruz.
Yazının arkasından geçeceğimiz yollara gül dökülmüyor çünkü.
Kemal Dayının Kıraathanesine gideyim, oradan malzeme alırım diye düşündüm, sokağa çıkabiliyor muyum ki, sıcaklık neredeyse 40 dereceye varacak, vazgeçtim.
Karışanım çok…
Başta altın makasım var benim, orası olmamış, burasını kaldır, şu dokunur çıkart…
O zaman da yazı olmuyor ki, tüyü yolunmuş tavuk gibi kalıyor…
“Hatıralarını yaz, sende çok vardır yol maceraları” diyorlar.
Elbette çok var, ömrümün 70 yılı yollarda geçti, nasıl olmasın? Ancak “Yaz” denince yazılmıyor ne yazık ki, ön hazırlık alışması uzun…
Han’ıma “Yemek tarifi yazayım mı?” dedim, tepeden aşağı öyle bir süzdü ki…
“Senin Pazar fiyatlarından haberin yok, Osmanlı hazinesinden harcamıyoruz” dedi…
Heee… Cücük kadar emekli maaşı ile ne ola ki? Tabi elime hepsi net geçmiyor da…
XXX
Türkiye’nin önemli gündemleri var…
Örneğin kadın cinayetleri…
Evsahibi kiracı sorunu…
Pazar yerlerinde “Yandım Allah” diye gezen dar gelirliler.
6 Şubat depreminden sonra, deprem bölgelerinde yaşamın normale dönememesi, sorunların kördüğüm olması…
Çevre bilinci bir yana bırakılarak ormanların ve ağaçların, maden uğruna heba edilmesi.
Dış politikasızlık…
Siyasi partilerin kendi içlerindeki sorunları…
Bunların hepsi de her zaman yeri geldikçe tekrar tekrar ele alınacak konular ama…
Kellem kellem la yenfa…
Yani; kendin söyle kendin dinle demek, Arapça’dan çevirisi ile…
Hep de öyle olmuyor mu?
Bu cümlenin Türkçe’deki deyişi, “İmam bildiğini okuyor” oluyor…
İşte böyle…
Ablalarıma, abilerime bugünlük bu kadar lakırdı edebiliyorum.
Affola…