CHP’de bir “Değişim” lafazanlığı aldı başını gidiyor.
Değişim ama nasıl bir değişim?
Parti başkanını, kurullarını, il yönetimlerini değiştirmek acaba “Değişim” için yeterli mi?
Eğer “Değişim” türküleri söyleyenler, bunları gerçekleştirdiklerinde değişiminin olacağını ve buna bağlı olarak da başarılı olabileceklerini sanıyorlarsa, büyük yanılgı içindeler.
Değişim düşüncesini yerli yerine oturtmak için, önce dönüp tarihin derinliklerini bakmak gerekir.
Eğer siz, 16 Mayıs 1919 öncesi Osmanlı’nın içinde bulunduğu acı durumu bilmiyorsanız…
Eğer siz 16 Mayıs1919 günü Bandırma vapuru içindekilerin ruh hali ile düşüncelerini kavrayamıyorsanız, anlamaya da çalışmıyorsanız neyi değiştirip de doğru noktaya getireceksiniz partiyi?
Eğer siz, o günden bu güne gelinceye kadar siyasi gelişimi doğru okuyamıyorsanız…
Eğer siz, o günden bu güne yapılan hataların neler olduğunun ve o hataların sonucunda gelinen son durumu kavrayamıyorsanız…
Partide değişim diye tepinmeniz, ancak daha da zarar verir…
XXX
Gazi Mustafa Kemal Paşa, ülkenin geleceği için çalışmaya başladığında, yapacaklarını, milleti arkasında almadan olmayacağını gayet iyi biliyordu. Çünkü millet, tebaa olmaktan vatandaş olmaya geçecekti. Kendi kararlarını kendi vermeye başlayacaktı.
Önce milletin, Anadolu topraklarında vatandaş kimliği almak için başlatacağı kurtuluş savaşında, 23 Nisan 1920 tarihinde TBMM’ni kurdu. O günden sonra tüm kararları mecliste alıp, bakanlar kurulu kararıyla yürütmeye koydu.
Kurtuluş savaşı kazanılıp, Lozan Antlaşması ile bağımsızlığımız ilan edildiğinde ise, sadece askeri başarı ile kazanılmış bağımsızlığın yetmeyeceğini, gerçek bağımsızlığın ekonomik yönden de gerçekleştirilmesi gerektiğine inanıyordu.
Savaştan yeni çıkmış, elde avuçta bir şey kalmamış iken, devletçilik ilkesiyle başlatılan sanayi yatırımları ile hem sermaye kesimine öncülük edilmiş, hem de sanayi alanında gerekli yatırımları yapılmıştı.
XXX
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, hem Anadolu’da hem de tüm dünyada “Lider” olarak saygınlığı kabul edilmişti. Hiç kimsenin ayağına giymemiş, tüm dünya onun ayağına gelmişti.
O’nun ayağına gittiği tek yer, milletin ayağına gitmek olmuştu.
XXX
Vefatından sonra göreve İsmet İnönü geldi.
Göreve gelişinin hemen ardından, 1 Eylül 1939 – 2 Eylül 1945 yılları arasında yaşanan 2. Dünya savaşı patladı.
XXX
Müttefik ülkeler, Türkiye’nin de kendi saflarında savaşa girmesini istiyorlardı. Bu amacı gerçekleştirmek içine, İngiltere Başbakanı Sir Winston Churchill Türkiye’ye geldi ve İsmet İnönü ile Adana Yenice tren istasyonunda görüştü.
Görüşmede Sir Winston Churchill’e “Yok” demedi. Ancak Türkiye’nin savaşa girecek hali yoktu.
Önüne “elbette, sizlerle beraber savaşa gireriz. Ancak öncelikle şu ihtiyaçlarımızın yerine getirilmesi gerekir” dedi ve önüne bir liste koydu.
Sir Winston Churchill, listeyi cebine koydu ve gitti, gidiş o gidiş oldu.
Ancak Anadolu toprağı, kritik bir coğrafyaya sahipti ve her an savaşın üzerimize sıçraması muhtemel idi.
Gerekli önlemler alında, stoklar yapıldı ve elbette milletin ihtiyaçları karneye bağlanırken, bir takım kansızların da karaborsa yaptığı gözden kaçmadı.
Savaşın kazananları belli olduğunda, Türkiye Almanya’ya savaş açtı ve savaş sonrası antlaşma masasına galip ülkelere arasında yerini aldı.
İşte İsmet İnönü’nün siyasi dehası…
Savaş yıllarında bir çok dedikodu çıktı, onların hepsi, ayrı bir yazı konusu ama, “Ekmeksiz bıraktın1” diyenlere “Doğru, ekmeksiz bıraktım belki ama babası bırakmadım” dediği bilinen önemli sözüdür.
XXX
Savaş sonrası, 1946 yılında Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan ile DP kuruldu ve çoklu siyasi hayata geçildi.
Atatürk ve İnönü’nün en büyük hayali idi, gerçekleştirildi.
DP, 1950 seçimlerinde dini söylemleri öne çıkararak ve 2. Dünya savaşı yıllarında yaşanan zorlukları da çarpıtarak yaptığı propaganda ile iktidara geldi.
O tarihten itibaren ülke, ekonomide giderek dışa bağımı hale gelmeye başladı.
DP, 1957 seçimlerini de kazanınca, güç sarhoşu haline geldi.
Anayasa ve hukuk rafa kalktı, anayasaya aykırı olmasına rağmen “Tahkikat komisyonu kuruldu ve o tarihlerde İsmet İnönü, meclis kürsüsünden o ünlü sözü ile uyardı, “Sizi ben bile kurtaramam” dei…
XXX
Türkiye’de 1950 sonrası siyaset, hem yozlaştırılmış ham de anacından saptırılarak bugünlere gelinmiştir. Elbette ayrı bir tarihi anlatımı ile gündeme getirmemiz gerekir.
Ancak gerçek olan şu ki CHP, o tarihten bu yana tek başına iktidara gelebilmiş değil ve nedeni de hiçbir zaman yönetimler tarafından sorgulanmamıştır.
Eğer CHP içinde “Değişim” isteyenler gerçekten koltuk kavgasında değil ise, işte bu gerçekleri millete en ince ayrıntısına kadar anlatarak iktidara gelmelidirler.