Herkesin bir sanatı/zanaatı, becerisi mutlaka vardır. Benim öyle bir yeteneğim yok diyenleri bile gözlemleyin, mutlaka bir becerileri vardır…
XXX
Lise yıllarımızdı, 1963’lü yıllar…
O yıllarda sınıflar arasında münazara (Bir konunun zıt kavramlar arasındaki karşıtlığı ve belli kurallar içinde kalınarak anlatılması) yapılırdı…
Genellikle dört kişilik guruplar oluşturulur, grup üyelerine 5 dakika söz verilirken, grup başkanı 10 dakika konuşurdu.
Böyle bir münazara programına beni de seçtiler, hem de grup başkanı olarak…
Hani o günlerde de yazıp çizen gazetece kimliğimiz de var ya…
Konu çok basit…
Hijyen, sağlığa faydalı mı zararlı mı?
Kura çekildi, “Faydalı” savunması bizim guruba düştü…
Ohhh, bir rahatladık ki, bunu savunamayacak ne var, yüzde 100 kazanırız düşüncesi ile sahneye jürinin karşısına çıktık.
İlk olarak grup üyeleri beşer dakika karşılıklı savunma yapacaklar, sonra başkanlar, onar dakika sırayla savunma yapacaklar…
Şimdi okullarda böyle bir uygulama var mı bilmiyorum…
Sonuç olarak başkan sıfatıyla sıra bizlere geldi, karşı grubun başkanı konuştu…
İçimden, “Ulan, bu kadar abuk-sabuk savunma mı olur, söylediklerinin hepsi boş şeyler” diye düşündüm.
Tabi ki sıra bana geldi, başladım konuşmaya…
Doğrusunu isterseniz dört, bilemediniz beş cümle ile savunulup bitirilecek bir şey ama on dakikanın tamamını kullanmak gibi zorunlu bir kural da var.
Kendimden gayet emin, geçtim jürinin karşısına, başladım konuşmaya.
Elbette beş, bilemediniz altı cümlede iş bitti. Sekiz cümleye, on cümleye de çıkarttım ama,kurşun bitti, süre bitmedi. Hem de daha o kadar çok süre var ki…
Ondan sonra da zorunlu olarak konuşmaya devam ettim, süre doldu, yerime oturdu.
Ne dediğimi hatırlamıyorum bile.
Ancak grup arkadaşlarımın hayretle yüzüme baktıklarını gayet iyi şimdi bile hatırlıyorum.
“Ah be arkadaş, sen ne yaptın” bakışlarıydı…
Ancak konu çok basit olduğu için de bizim grubun kazanması gerekiyordu.
Daha doğrusu ben öyle mi düşünüyordum ne…
Ancak, münazaranın değerlendirme kriterleri başka imiş, kazanmam gerekirken kaybedince öğrendim…
XXX
Bu anlattığın neyin nesi kardeşim derseniz ki diyebilirsiniz elbette, şu…
Salı günü muhalefet partilerinin çağrısı üzerine TBMM olağanüstü toplantı yaptı.
Bu toplantıda kural, toplanma isteğinin konusunun dışına çıkılamamasıydı ki başkan da uyardı.
Guruplar adına da yirmi dakika konuşulacaktı…
Başladılar konuşmaya, ben de ilgi ile izlemeye başladım…
Konu belli…
Talep belli…
Milletin sorunları belli ve beş, bilemedin hadi on cümle içinde gerekçeyi ortaya koymak mümkün ama ne gezer…
Konunun dışına çıkanları mı dersin, eş dost ve akrabalara selam sarkıtanları mı dersin, iktidara uzun uzun saldıranları mı dersin, o yirmi dakikalık süreyi dolduracağım diye vara yoğa konuştular.
Hatta hızını alamayanlara başkan, bir dakika ek süre verdi, onu da kullandılar ama boş konuşmalar bitmedi…
Komedi ya, komedi…
TBMM çatısı altında altı parti var, 20 dakikadan yüz 20 dakika, yani 2 saat…
O dakika da önerge sahibi, etti mi sana yüz 30 dakika…
Sataşmalardan cevap, etti mi sana bi on dakika daha…
Oylama, moylama derken üç saat TBMM çatısı altında boşa geçen zaman…
XXX
Ben o “Münazaara” deneyimimden sora, lafı kısadan da, lastik gibi sündürerekten de anlatabilme yeteneğine sahip birisiyim. İstersem kısada geçer, istersem aha da böyle lastik gibi sündürürüm. Sizin de zamanınızı bir güzelce almış olurum.
Ancak suç benim olmaz lafı uzatınca…
Millet olarak alışmışız çok lafı dinlemeye…
Ne demiş büyükler, çok laf, yalansız olmaz.
Ancak benin anlattıklarımda hiç yalan olmaz, ancak uzar veya kısalır o kadar.