Bizden biraz genç kuşaktan bir genç aradı ve “Abi… Biz bu bağcılık ritüelinin bir ileri aşamasını ucu ucuna yakaladık. Acaba bağdaki yaşamı, yemekler ve bağdan şehire dönüşünü de yaza mısın?”
Elbette yazarım, çünkü bağda geçen günlerin keyfi, şehirde geçen günlerin keyfinden oldukça farklı, hatta evdeki kadın ahalisinin, bağdaki meyvelerin verimli geçen sezonlarında çektiklerini anlatırsak, daha bir keyfi de eziyeti de anlaşılacaktır.
Bir başka serzeniş de şöyle; “O anlattıklarının zerresi kalmadı. O bağ komşuluğu da kalmadı. O bağ evleri de kalmadı. Bağ kültürü bitti, yazlık yaşam geldi…”
Bu doğru bir tespit ve çok da üzücü ama biz devam edelim…
XXX
Bir önceki yazımda da anlattığım gibi, bağa göçülmüş, yerleşilmiş, erkekler bağ ile şehir arasında mekik dokurken, kadınlar da sabah gaflesi, ikindi gaflesi gezmelerini sürdürmektedir.
Şöyle bir de söz vardır ama bağda meyve verimli oldu mu çok da çuk diye yerine oturmaz…
“Herif ile eşek çeker cefayı, avrat ile it sürer sefayı…”
Bu söz, erkeklerin her sabah hayvanları ile o kadar yolu gidip gelirken, kadınların, gelinlerin, kızların, çocukların bağ gezmelerinde sefa sürdükleri, itlerin ise, bağlı oldukları yerde akşama kadar yan gelip yattıklarının ifadesidir.
Doğru mu?
Çok da doğru değil…
XXX
Önce yemek çeşitlerinden söz etmek isterim.
Bağ mevsimi yemek çeşidi bakımından verimli bir mevsimdir. Gerek bağlarda kendilerinin ürettikleri sebzeler, gerekse çarşıda, el arabasında satılan sebzelerin alınarak bağa getirilen çeşitlerinden bolca sebze yemeği pişer.
Bunların içinde, aklımda kalan iki favori sebze vardır…
Birincisi, baldırcan (Patlıcan), ikincisi ise kabak. Kabak üç çeşittir; kara kabak, topak kabak, sakız kabağı.
Kabak, sabahın seher vaktinde çiçeklerini açar, ilerleyen saatlerde çiçek kapanır. İşte o açılmış zamanında toplanır ve kabak çiçeği dolması yapışır ki yeme de yanında yat…
Baldırcan ile güveç, pehlien önemlilerindendir.
Ayrıca yine bağda yetiştirilen taze fasulye…
Her üçünü bir araya getirip, türlü de yapılır.
Çarşıdan alınan bir kol, but veya bir yan et, kışın içi kar ile doldurulmuş kuyulara sarkıtılarak korunur, ihtiyaç kadarı alınarak kullanılır.
Kuyular, bağa göçüp de bağdan inene kadar, bugünün buzdolabı gibi görev yapar. İçinde kar hiç eksik olmaz. Son zamanlara doğru ki kısa bir zamandır, kurtlansa dahi, tülbentten süzülerek kullanılmaya devam edilir, bağdan şehire göçmeden evvel de tamamen kuyu temizlenerek, kışa hazır hale getirilir.
Bu yemeklerin hepsi, odun ateşinde, tencerenin üzeri tandır çulu ile örtülerek akşama kadar yavaş ateşte pişer. Zaten lezzetinin sırrı da buradadır.
Elbette hamur işleri vazgeçilmezlerdendir.
Özellikle kıymalı yağlama ve mantı…
Eve çarşıdan ekmek gelmez, bazlama yapılır. Dut vakti üzerine sarımsak sürülür, dur ağacına çıkır, ağaçtaki bir kuru dal parça takılır, iki elle dur toplanıp yenirken, daldaki bazlamadan da ısırılır. Üzerine çamam “(Çemen) sürülerek yenir…
Bunlar genellikle çocukların işidir.
XXX
Çocuklar deyince, Şemşametden tüfek, dağdandan da iplik tokmağı ile tabanca yapışır. Kuş lastiği ile sapan, olmazsa olmazlardandır. Telden en güzel arabayı kim yapar yarışı vardır.
XXX
Gelelim özellikle kayısı mevsimine…
Eğer bağda kayısı, gereğinden çok verimli olmuş ise, işte o dönem, kadınları en çok sıkıntı çektikleri zamandır.
Hatta bu nedenle kadınların isyan bayrağını kaldırarak bağa göçmedikleri bir süreci de yaşadı Kayseri…
Kayısılar toplanacak.
İkiye ayrılacak, uygun yere serilip kurutulacak.
Ya da ellerde birer çöp, çekirdekleri dürtülerek çıkartılıp o şekilde kurutulacak.
Fazla olgun olanlar ezilecek ve pestil yapılacak.
Bunlar azımsanacak ve kolay işler değildir ve kadınların isyanı da haklıdır.
Hatta akşama kadar bitiremediklerini, akşam tekrar ortaya getiriler ve ailece başına geçilerek bu işlemler yapılmaya devam edilir.
Bu arada dut mevsiminde de aynı şey yaşanır. Dut toplanır, ezik ve çok olgunlaşmışlarından dut pestili, kalanından da dut kurusu yapılacaktır.
XXX
Araya yaşanmış bir fıkrayı eklemek istiyorum…
Yine böyle bir verimli mevsimde, kayısıdan ağaçlar neredeyse yıkılır haldedir.
Niyette iki yaşlı komşu vardır, Vehbi Emmi ile İminye Hala…
Gündüz oturmasının birinde kadınlar, kızlar, gelinler kayısından şikâyet ederken, İmiye Hala da sıkıntılı olduğunu anlatmak için lafa girişir…
“Akşam ötmeye oturduk, ben açtım, Vehbi Emminiz dürttü” diye yakınır…
Özellikle genç kızlar ve gelinler kıkır kıkır gülmeye başlarlar ama İlmiye Hala saflıkla, kendisinin kayısıyı açıp çekirdeğini çıkardığını, Vehbi Emmi’nin ise çöple dürterek kaysısının çekirdeğini çıkarttığını anlatmaktadır.
Gençler durular mı, ikide bir İlmiye Halaya takılırlar…”
“Eeee İlmiye hala, hele bir anlat, sen nasıl açtın, Vehbi Emmi nasıl dürttü” diye.
İlmiye Hala bir süre tekrar tekrar anlatsa da, işin farkına varınca, gençlerin deyim yerinde ise hakkını avuçlarına söz ile verir ve bir daha takılmazlar.
Bu arada Kayısı çekirdeği ve iğde, önemli kış çerezleridir.
XXX
Eylül, Ekim ayları gelmiş, üzümler olgunlaşmıştır. İlk üzümler, sepetlere onularak şehirdeki komşulara getirilir, ikram edilir.
Artık bağdan şehire göç zamanı gelmiştir.
Hevenklik üzüm ayrılıp asılmak üzere ayrılır.
Diğer üzümler toplanır, şirane içinde çiğnenerek ezilip suyu kazanlara alınır ve pekmez yapılır.
Öte yandan, domates kaynatılarak, kışlık salça ihtiyacı da yapılmış olur.
Ertesi gün sabah göçmek üzere eşyalar toplanır, bağ evi tekrar bir gözden geçirilir. Ortaya toplanan çer-çöp, akşam üzere yakılır ve adam boyu alev oluşturur.
Bunu adı alemet yakmaktır.
Ve ev ahalisi, alemetin başına geçerek yüksek sele bağırmaya başlar.
Örneğin Kergah’daki bağımızda iken şöyle bağırılırdı…
“Alemeti yaktık, keyfine baktık. Dağ yedik, Bağı yedek, dokuz çömlek yağ yedik. Anahtarı Hacer Halaya bırak gidiyooook… ” diye…
Hacer Hala (Allah rahmet etsin) Zavzacı Sökmenlerin büyük anasıdır. Evleri daha korunaklı olduğu için en son şehire göçerlerdi.
Ertesi gün şehir evine göçülür ama o gün niyette kalan komşuların çocukları, bağın içine dalarlar ve meyvelerden ne varsa, kaldıysa toplarlar…
Bunu adı da “Bağ başaklamak”tır ki en keyiflisidir çocuklar için…
XXX
Değerli okurlar…
Geçmişte “Günlük” tutmak gibi bir çabamız olmadığı için, bu yazdıklarım, yaşadıklarımdan aklımda kalanlar.
Eksiği elbette vardır ve bunları tamamlamak elbette derin bir araştırma ve bilgi toplama ile olabilecek bilgilerdir.
Eksiğim varsa affola…