Bugün yazıma iki paragraf açarak gireceğim…
Birincisi…
Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan, “İktidarı bir kez daha 'önce millet' anlayışıyla hareket etmeye çağırıyoruz” demiş.
Vah vah vah… Tüh tüh tüh…
Madem AKP “Önce millet anlayışı” ile hareket etmiyordu da, genel seçimlere neden onun koltuğu altında girdin de ömrün boyunca göremeyeceğin milletvekili sıfatına eriştin?…
Demezler mi adama?
İkincisi…
AK Parti İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Murat Kurum da, Galatasaray Spor Kulübü'nü ziyaret etmiş. Ziyaret sonrası açıklamalarda bulunan Kurum, "Bizim de gönül verdiğimiz bir takımımız var ama ben İstanbul Büyükşehir Belediye başkan adayı olarak İstanbul'un tüm kulüplerinin taraftarıyım. Bunu sözde değil icraatta da göstereceğimi 1 Nisan sabahı tüm İstanbullular görecektir." ifadelerini kullanmış…
Vay beee…
Sen neymişsin be abi, bir adam bütün spor kulüplerinin taraftarı nasıl olur ki?
Spora siyaset sokulmasın diyoruz, adam sporu da siyasete alet ediyor…
XXX
Bu duygu ve düşünceler içinde karar verdim, Pazartesi günü merdivenden düştüğümün acıları da geçince, dur bugün Kemal Dayı’nın kıraathanesini bir soylayayım diyerek, yavaş yürüyüşle sokağa düştüm…
XXX
Kapıdan içeri girdim, Muhtar Emmi, mutat veçhile yerinde gazetelere göz atıyor. Vardım yanına oturdum, selam verdim…
Selamımı gülerek aldı ki gülmesi bayağı anlamlı idi.
“Hayırdır Muhtar Emmi, bugün bir değişiklik mi var?” dedim.
“Dön bi içeriye doğru bak” dedi…
Baktım bakmasına da gözlerim fal taşı gibi açıldı, şaşkınlığım zirve yaptı.
Kıraathane ahalisi, hunilerin ucuna don lastiği bağlayarak başlarına geçirmişler, bazıları da telaşla geçirmeye çalışıyor…
O şaşkınlık içinde dörtlü masaya da baktım, hepsinin başında miğfer gibi koca koca huniler...
“Hayırdır Muhtar Emmi, bunlara ne oldu böyle” diyebildim…
Muhtar Emmi gülmeye devam ederek “Senin dörtlü masaya yanla, anlarsın” dedi…
Kalktım oraya doğru yönlendim, “Kemal Dayı, bana bir demli çay demli olsun” demeyi de unutmadım. Malum, herkes çayını kendi cebinden içiyor artık, misafir yancılık bitti…
Oturdum, “Hayırdır” diye sordum…
Kerim; “Abi, sen huniyi arayadur biz bulduk da kafamıza taktık bile” dedi…
İçeride yüksek sele gülüşmeler başladı…
Rasim; “Sen dellendin de biz göbek mi atıyoruz sanki, artık dellenmeyelim de ne edelim” dedi.
Bu arada yan masaların “İşsiz” gurubundan bir genç, elinde öyle çok rastlanmayacak, çok renkli bir huni ile yanıma geldi; “Abi… Bunu da arkadaşlar olarak sana hazırladık, kabul et lütfen” demez mi?
Bir yazı yazdık, toplumun hislerini ortaya döktük…
Anladım ki delirmeye toplum olarak az kaldı…
Rahmetli Osman Bölükbaşı’nın dediği aklıma geldi
Başak bol da dene vermiyoruz nedense…