Bir milletvekili yerel bir toplantıda, almakta olduğu 73 bin küsür lira milletvekili maaşının yetmediğini oldukça üzgün bir yüz ifadesi ile söyledi…
Tüm Türkiye’den büyük bir tepki topladı…
Ama sadece bir yönü ile tepki haklıydı.
Emekli, geberiklik sınırında yaşarken…
İşçi ve memur açlık sınırı altındayken, diğer büyük bir bölüm oluşan yoksulluk sınırı altında debelenirken, böyle bir açıklama yerinde değildi ama milletvekili de haklıydı…
Bu türden toplu tepkiler, genellikle hesap kitap yapılmadan, gerçekleri bilmeden, toplumun yaralı olduğu sırada yersiz olarak yapılır ki, nasıl milletvekili düşünmeden açıklama yaptıysa, toplum da gerçekleri bilmeden tepki gösteriyor bence…
Ben milletvekilinin avukatı mıyım?
Hayır değilim…
Ama topluma karşı bir görev yapıyor isem, doğruları ortaya koymam gerekir. Gazeteciliğin etik kuralları bunu gerektirir.
XXX
Yıl 1962 ve ben Ankara Gazi Lisesi’nde okuyorum.
O yıllarda aklımda yanlış kalmadıysa, milletvekili maaşları 3500-4500 civarında idi ve yine böyle bir açıklama geldi bir milletvekilinden.
Emeklinin, işçinin, memurun maaşları ise bu rakamın çok çok altındaydı. Yine böyle tepki yağmuru oldu. Hatta bizim sınıftan 32 buçuk kuruş toplayıp, Ulus postanesinden ben o milletvekiline havale çıkarmıştım. Tüm ülke genelinden de benzer havaleler yağdı. Bildiğim kadarıyla da o havaleleri milletvekili almamıştı galiba… Ya da aldı, bir yere verdi…
Şimdi aklıma bir hikaye geldi, gerçek bir hikaye ama…
Muş’ta Nüfus Memurluğu yapan 7 çocuk sahibi bir aile, İstanbul Büyükada Nüfus Müdürlüğüne tayini çıkar. Yıl 1950-1954 arası….
Adam, İstanbul’a gidiyorum diye ayakları kıçına değerek evi toparlar, avrat-uşak, çoluk-çocuk, tavuk cücük kalkar İstanbul’a varırlar, Büyük adaya geçerler. Adam hemen Nüfus Müdürlüğüne gider, “Ben geldim” der….
Müdür, önce kendisine bir ev bulmasını, yerleşmesini ondan sonra göreve başlamasını söyler.
Adam önde, hanım ve 7 çocuk arkalarında Ada kazan bunlar kepçe, gezmedikleri yer kalmaz. Ancak maaaşlarına uygun bir tavuk kümesi bile bulamazlar.
Adam çaresiz, müdürün karşısına çıkar, istifa dilekçesini sunar. Geçinmesi mümkün değildir. Müdür, “Hayrola, ne istifası bu” der ve adam nedenini sıralar. Kendine göre istifada haklıdır da.
Müdür, “Olmaz öyle şey, sen git kendine bir ev tut, yerleş gel” der…
Adam şaşkın, gider olabildiğince düşük kiralı bir ev bulur, yerleşir ve dairesine döner.
Müdür karşısına alır; “Bak oğlum, şu liste… İş için gelenlere soracaksın, ne iş yapıyorsa, listeden o işin karşılığını bulup, orada yazılı ücreti alacak, şu kutunun içine atacaksın” der…
Aradan aylar gerçer, ev kirası ödeniyor, çocuklar okula gidebiliyor, ev geçiniyor velhasılı…
Bir gün bir adam gelir, işini yapar ve sonunda sorar, “Ne iş yapıyorsun?” der.
Adam “Milletvekiliyim” diye cevap verir.
Bizimki gayet ciddi bir şekilde listeyi eline alır, baştan sona tarar, milletvekili diye bir iş bulamaz. Ama milletvekilini de biliyor elbette.
En sonunda listede yazılı en yüksek rakamı ister. Rakam, birinci sınıf tüccardan istenecek rakamdır.
Milletvekili itiraz edince de “Sen birinci sınıf tüccardan da mı aşağıdasın, bu parayı vereceksin” der ve parayı alır.
Bunun üzerine o tarihlerde İstanbul’a gelen Başbakan Adnan Menderes’e milletvekili olayı anlatır. Tabi ki olay alenen rüşvettir. Hemen daire müdürü ile adamı huzura çağırırlar ve sorarlar “Bu ne iş, ne rezalet” der başbakan…
Önce memur söz alır; “Vallahi benim bir kusurum yok, listeye baktım, milletvekili yoktu. Birinci sınıf tüccardan da aşağı değil ya dedim, aldım, kutuya attım parayı” der…
Yani gerçeği eğip bükmeden apaçık safça söyler.
Müdüre dönerler… Müdür, olayın doğru olduğunu, aldıkları maaş ile orada görev yapmanın mümkün olmadığını ve toplanan paranın da ay sonunda tüm memurlar arasında paylaşıldığını ifade eder.
Menderes, ikisini de gönderir ve en kısa zamanda memur maaşlarına yüzde 100 zam yapılır ki, benim babam da memur olduğu için, bu zamma çok sevinmiştik.
XXX
Gelelim milletvekili maaşına…
Bir gün o dönemde grup başkanvekili olan Salih Kapusuz’un meclisteki makamına gitmiştim. Sadece nezaket ziyareti idi. Ben oradayken gelen giden çok oldu, hepsini dinledi, gönderdi. Vakit öğle yemek vakti idi. Odada benimle beraber dört kişi kalmıştık.
Sayın Kapusuz, “Hadi yemeğe geçelim” deyince ben teşekkür edip gitmek üzere kalktım ki, bırakmadı, meclis lokantasına 5 kişi olarak gittik ki bir masaya oturduk, siparişi verdik.
Tam o sırada önde göbeğini şişirerek yürüyen ve arkasında en az 16 kişinin olduğu bir grup girdi. Merakla sordum, “Kim bu adam” dedim. Doğudan bir ilin milletvekili imiş. Biraz sonra aynı kalabalıkta bir grup daha girdi, o da doğu milletvekili…
Ben gülerek Salih Kapusuz’a döndüm, “İyi ki sen Kayseri milletvekilisin” dedim, gülüştük…
Yeni seçilip gelmiş ise, ev kirası bilmem ne kadar ise, geleni gideni çok ise, her hafta sonu memleketine gidip gelmek zorunda ise, bugünün koşullarında milletvekili maaşları da yetişir gibi değil elbette.
Fiyatlardan, enflasyondan söz açılında klasik bir söylem vardır…
Domates tarlada 30 kuruş, markette 3 lira, bu nasıl bir fark diye…
Aslında bu lafı edenlere sormak gerekir; “Arkadaş… Sen maliyet hesabı nedir bilirmisin?”
Piyasanın rekabet koşulları altında hiçbir tüccar, market, kasap, manav, bakkal, yersiz ve maliyetinin çok üstünde fiyat etiketini ürünlerinin üzerine koymaz, koyamaz.
Son bir şey daha…
1983 seçimlerinden sonra seçilen Kayseri Milletvekillerimizden Rahmetli İbrahim Özbıyık, Nuh Mehmet Kaşıkçı ve Allah uzun ömürler versin Mehmet Üner, her hafta sonu Kayseri’ye gelirlerdi ama otobüs ile. Bilmem anlatabildim mi?
Ha… Bi şey daha ekleyeyim…
DYP’den milletvekili olan en genç Kayseri milletvekili, aldığı vekil maaşının tamamını, burs olarak öğrencilere aktarmıştı. Bunu da kimse bilmez…
Kim mi?
Osman Çilsal…
XXX
Ama millet geberiklik sınırı altındayken bu laf da edilmezdi doğrusu…