AYM’ne yapılan hak ihlali başvurusu sonrasında, AYM tarafından verilen karara, yerel mahkemenin uymaması, konuyu Yargıtay’a taşıması, Yargıtay’ın da Anayasa mahkemesi kararına aksi yönde karar verip, ayrıca AYM üyelerinden dokuz kişi hakkında suç duyurusunda bulunması üzerine, siyasette tartışmalar had safhaya vardı.
Birçok hukukçu, yerel mahkeme ile Yargıtay’ın kararlarının hukuka aykırı bulurken, siyasette aksini düşünenler de oldu.
Elbette ben bu tartışmanın içine girecek değilim, işim de değil…
Herkesin görüşü vardır ve kendini bağlar…
XXX
Anayasa Mahkemesi, 1950 ile 12960 askeri darbesine kadar iktidarda olan DP’nin, özellikle 1957 seçimlerinden sonra ve dahası “Tahkikat Komisyonu” adı altında bir oluşumu ortaya koyarak, mahkemelerin üzerinde görev yaptırması, 1961 Anayasası ile ihtiyaç olarak görülerek AYM kuruldu.
Tarihsel olarak bakarsak, 22.4.1962 tarih ve 44 sayılı “Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun” 25.4.1962 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanmıştır. Anılan Yasanın 1. maddesine göre; “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile verilen görevleri yapmak ve yetkileri kullanmak üzere başkentte bir Anayasa Mahkemesi kurulmuştur ”denilmektedir...
Anayasa mahkemesi, Anayasada belirtilen Yasama, Yürütme ve Yargı erki içinde, yargı bölümünde yer almakta ve 1961 Anayasasının 145’inci maddesinden başlayarak hüküm altında alınmış, son olarak 152. maddesinde ise kararlarının sonuçları ve uygulanma zorunluluğu hüküm altına alınmıştır.
“MADDE 152.- (Değişik : 20/19/1971 - 1488 S. Kanun/md. 1 )
Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. Kararlar, gerekçesi yazılmadan açıklanamaz.
Anayasa Mahkemesince, Anayasa'ya aykırı olduğundan iptaline karar verilen kanun veya İçtüzük veya bunların iptal edilen hükümleri, gerekçeli kararın Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde, Anayasa Mahkemesi, iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih kararın Resmî Gazetede yayımlandığı günden baş lıyarak bir yılı geçemez.
İptal kararı geriye yürümez.
Anayasa Mahkemesi, diğer mahkemelerden gelen Anayasaya aykırılık iddiaları üzerine verdiği hükümlerin, olayla sınırlı ve yalnız tarafları bağlayıcı olacağına da karar verebilir.
Anayasa Mahkemesi kararları, Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve Devletin yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.”
XXX
O tarihten bu yana, siyasi partilerin, yerel mahkemelerin bazı kanunların Anayasaya aykırılığı ileri sürülerek açtıkları “İptal istemli” davalarına bakmış, Anayasa ile kanunun içeriği karşılaştırılarak, Anayasaya aykırılığı veya aksi yönde kararlar vermiştir.
Bu süreçte Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlar üzerinde büyük bir tartışmanın yapıldığını hatırlamıyoruz.
XXX
Gelelim 1982 anayasasına…
Anayasa Mahkemesi, bu anayasada da yerini almış, bu kez 152 madde, 153 olarak görülmüştür.
Ancak…
2000’li yıllarının başında, “İç hukuk yolları tükenmiştir” gerekçesi ile AİHM’ne yapılan başvurular çoğalmış, AIHM de başvuruları lehte ya da aleyhte sonuçlandırmaya başlamıştır.
Lehte verilen kararlar sonrasında da devlete tazminat ödeme yükü getiren karlara imza atmıştır.
Bunun üzerine, “Hak ihlalleri” başvurusunun öncelikle Anayasa Mahkemesinde “Son hukuk yolu” olarak incelenmesinin yasaya eklenmesi tartışılmaya başlamıştı.
O tarihlerde hukukçular arasında bu görüşe karşı çıkanlar olmuş, böyle bir yükün Anayasa Mahkemesine verilmesinin yerinde olmayacağı savunulmuştur.
(Emekli Yüksek Hâkim Ali EM makalesi: Yargıtay Dergisi 2004 yılı sayısında uzun uzun anlatılmıştır.)
XXX
Anayasaya Mahkemesine bireysel başvuru hakkı, 12.09.2010 tarihli 5982 sayılı kanunla, 1982 Anayasasının 148 ve 149 maddelerinde yapılan değişikliklerle hukuk sistemine girmiştir.
Yasaya göre; “Bireysel başvuru”, temel hak ve özgürlükleri kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edilen bireylerin diğer başvuru yollarını tükettikten sonra başvurdukları ikincil nitelikte bir başvuru yoludur.
XXX
İşte bu noktada dananın kuyruğu koparılmış, 2004 yıllarında hukukçuların ifade ettikleri olumsuz görüşlerin hepsi birer birer ortaya çıkmaya başlamıştır.
Anayasa Mahkemesinin iş yükü artmış, bağlı olarak karar verme süreçleri ve sonlandırılması uzamış, “Geç gelen adalet” haline dönüşmüştür.
Diğer yandan, aynen bugün olduğu gibi…
Yargı katmanları arasında astlık-üstlük tartışması yaşanmaya başlamış, siyaset tartışmaya dâhil olunca da konun içinde çıkılması zor hale gelmiştir.
İşte bugün yaşadığımız hukuki sorunun temel kaynağı ve tarihçesi, lafı çok uzatmadan anlatımla budur.
Kısaca demem o ki, hukuku ve hukukun üstünlüğü ilkesini telef etmeyelim.