Değerli okurlarım…
Önce, Kayseri’mizin üretken kişisi Diş Tabibi Halit ERKİLETLİOĞLU ağabeyime teşekkür ediyorum.
Bana “BAYSERİ BAĞCILIĞI”, “DÂNŞİMENDLİ PAYITAHTI VE CAMMİ-Î KEBİR” ile “BENİM DÜNYAM, BENİM ÂLEMİM” isimli kitaplarını/eserlerini gönderdi. Kendisine sonsuz teşekkür ederim.
Bu eserler, Kayseri hakkındaki bilgilerimizin gelişmesini sağlayacaktır.
XXX
Halit ERKİLETLİOĞLU ağabeyim, sosyal medya hesabından, 24 Eylül 1934 tarihli Akşam gazetesinden bir haber kupürü paylaştı.
Haber, “2000 yılında dünya nasıl olacak” başlığını taşıyor ve gelecekteki teknolojik gelişmeler ile 1600 kilometre mesafeyi bir saatte ve 27000 metre yükseklikte giden tayyareler alacağından söz ediyor.
Ayrıca, radyo ile sinemanın birlikte olduğu televizyonların olacağını yazıyor.
Dahası, 100 km’yi 3,5 litre benzin ile 240 km yapacak otomobillere binecekler diye yazıyor.
Beslenme alışkanlıklarını değişeceğini de belirtmeyi ihmal etmiyor.
Haber kupüründe ne yazmışsa, bugün hepsi, hatta daha fazlası var.
XXX
Rahmetli babamın görevi nedeniyle 1950 yılında Aydın’a, o zamanki adı ile Köy kadastrosuna gittik. Önce Meşeli diye bir köye verdiler.
Rahmetli anacağım, o günün koşullarında aileyi bir arada tutma gayreti içinde, biz de babam ile birlikte Meşeli köyüne gittik.
Bir hurç, bir yatak dengi, bir mutfak sandığı ve bir de açılır-kapanır tek kişilik karyola, bütün eşyamız…
Yemek tencerede yapılır, kapağında yenir misali.
Kaşıklarımız en iyisinden Konya tahta kaşığı.
XXX
Evimizde batarya ve uzun büyük yuvarlak Löklanşe pil ile çalışan AGA marka lambalı radyomuz var ve Meşeli daha radyo görmemiş, biden başka kimsede de yok…
Masanın üzerine kurulan radyonun üzerine oya örtüsü örtülür. Arkasından çıkan bakır tel, evin damında kurulan ve (T) hafi gibi iki direk arasında dört kez gidip gelecek şekilde anten yapılır. Yoksa çalışmaz zaten…
Radyoyu açacaksınız, önce lambasının ısınmasını bekleyeceksiniz…
Saat sabah 9’da haberlerle yayın başlar, aklımda yanlış kalmadıysa 1 veya 2 saat sürer…
XXX
Meşeli köyünün erkek ahalisi, klasik efe kıyafetleri giyen, paşa bıyıklı, iri cüsseli kişiler.
Sabah haber saatinde kapıyı çalarlar, olanca saygı çerçevesi içinde, saygı gereği annemin yüzüne bile bakmadan…
“Hele bacım, radiyounun gukağını bi gıvırıve de ajansı dinleyi verelim gari” derler.
Annem, kapıya gelen kişilerin niyetlerinden ve ahlaklarından gayet emindir.
Radyoyu açar, gelenler sadece haberleri dinler ve teşekkür ederek ayrılırlar.
Lakin…
O efelerin kıyafetleri, pala bıyıkları ve cüsseleri, ablam ile beni o yaşta korkuturdu. Böyle bir kıyafet ve cüsse, bıyık hiç görmemiştik ki…
Haberler bitene kadar anamızın eteğine yapışır, arkasında korku dolu gözlerle onların geliş gidişlerin izlerdik…
Bir süre sonra annem, babama “Köyün ahalisi saygı ve hürmette kusur etmeden her sabah ajansı dinlemeye geliyorlar da, çocuklar çok korkuyor, çare bul” der…
Babama rahmetli, köyün muhtarına durunu anlatır ve “Kapımız tüm köy halkına açık ama ben evde olduğum zaman akşam ajansını dinlemeye buyursunlar” der…
O günden sora babam evde olmadan hiçbir efe, kapımızı çalmadı…
XXX
Yıllar sonra Türkiye’de televizyon yayıncılığı başladı…
Kayseri Koramaz Dağı’na kurulan anten ile Talas’tan yerel yayın yapıldı…
Haber spikeri rahmetli Tuna Huş idi…
Evlere yavaş yavaş televizyon girmeye başlamıştı, hepsi de sınırlı kanallı ve ithal televizyonlar idi…
Ben de o dönemde, şimdiki Bürüngüz Camii’nin ardındaki “BÜYÜK MAĞAZA”da çalışıyordum…
Ger gün bir kamyon dolusu televizyon gelir, akşama neredeyse hepsi biterdi…
Mevlut Ağabey, taksitli satış ile hepsini satmış olurdu akşama…
Damlara “Balık kılçığı” denilen antenler, en az 6 metre uzunluğundaki borulara takılır, anten ile televizyon birleştirilir, anten de Koramaz Dağı’na yöneltilir.
Yayın başladığında ya da onun öncesindeki ayar görüntüsünü alana kadar, damda bir kişi, televizyonun başında bir kişi, “Olmadı… Olmadı… Hah, oldu, bırak öyle” diye ayar yaparlardı…
İşte o dönemde bu kez Sahabiye Mahallesi’ndeki “Akmaz Çeşme” denilen evde otururken, eve televizyon aldım. Ekip geldi, kurdu…
Belli saatte haberler ile açılan televizyon, Petroçelli, Küçük Ev, Dallas ve diğer birkaç dizi filmleri ile devam eder, belli saatte de yayın kapanırdı…
İşte o zaman…
Evin salonunda ayak basacak yer kalmaz. Kuzenler, komşu çocukları, komşu kadınlar…
Ev sahibine oturacak yer kalmaz ve bunları adı o zaman “Tele safir” idi…
Geçmişten anılar böyle…
Haberdeki gibi 1934 yılında bu yana çok şeyler değişti.
Çok şeyler eklendi, çok şeyler çıkarıldı.
Kaybımız o kadar çok ki, ülke, tümden deprem felaketine uğramış gibi 100 yılda…